Suça Sürüklenen Çocukların Sosyal Uyumlarının Güçlendirilmesi


Suça sürüklenen çocuk; kanunlarda suç olarak tanımlanan bir fiili işlediği iddiası ile hakkında soruşturma veya kovuşturma yapılan ya da işlediği fiilden dolayı hakkında güvenlik tedbirine karar verilen çocuğu, ifade eder.

Dünyada suça sürüklenen çocuk konusu son yıllarda önem kazanmıştır. Çocuklar doğal güçsüzlükleri, sosyal ve hukuk normlarına uyum göstermede yaşadıkları zorluklar nedeniyle sağlıksız ortamlara yönelmekte ve suça karışabilmektedirler. Ayrıca gelişim döneminde olmaları nedeniyle, fiilin kanunla belirlenen bir suç olduğunu algılama yetenekleri erişkinden beklenildiği ölçüde olmayabilir. Suça sürüklenen çocuk sayısının fazla olmasının temel nedenleri; bireysel özellikler (ergenlik dönemlerindeki olumsuz özellikleri), ailesel ve çevresel nedenler, çocuğun okul /kariyer ilişkisindeki sorunlar ve çocuğun sosyal ve hukuk normlarına uyum göstermede yaşadıkları zorluklar olarak ifade edilmektedir. Çocukların suça sürüklenmesini önlemede öncelik onları suça sürükleyen nedenlerin belirlenmesidir. Bu nedenle, çocuğun çevresi ile bütün olarak ele alınarak değerlendirilmesi ve sırf çocuk olma özelliğinden dolayı bir çocuğun içinde olduğu bir faaliyete cezai sorumluluk yüklenmeyerek onun öncelikle korunması gerekir.

2016 yılında Sevgi Doğan ve Selda Bülbül tarafından yazılan “Suça Sürüklenen Çocukların Durumu ve Çözüm Önerileri” makalede, Türkiye’de her yıl 0-18 yaş grubunda 83 bin suça sürüklenen, 76 bin mağdur ve mahkeme karşısına çıkmış 23 bin çocuk kaydı bulunduğu bildirilmektedir. Güvenlik birimlerine gelen veya getirilen çocuk sayısı 2015 yılında, 2014 yılına göre %4,4 oranında artarak 303 bin 213 oldu. Çocukların %57,4’ünün 15-17 yaş grubunda, %23,4’ünün 12-14 yaş grubunda, %18,9’unun ise 11 yaş ve altı çocuklar olduğu görüldü. Güvenlik birimine 2015 yılında gelen veya getirilen çocukların %66,9’u erkek, %33,1’i ise kız çocuğu oldu. Ortalama her yıl 150 bin çocuğun “çocuk adalet sistemine” dâhil olduğu öngörülmektedir. TÜİK tarafından yapılan çalışmalarda istatistikî verilere göre en çok suç işlenen yaşlar 12-18 yaşların olduğu ergenlik dönemi olarak belirtilmektedir. Bu dönemde ergen, ailesinin istek ve yasaklamalarına karşı koyar. Yeterince olgunlaşmamış olmanın sonucu, belirgin bir dengesizlik yaşar. Bir yandan anne babanın desteğine olan ihtiyaç bir yandan da özgürlük arzusu ergende çatışmaların doğmasına neden olur. Ergenin yaşadığı dengesizlik ve çatışmayla beraber bilgi ve deneyim eksikliği de gencin sosyal normlara uyum göstermesini zorlaştırır. Aynı zamanda çevresinden kabul görmeyi bekleyen genç beğenmediği toplumsal kuralları kendine göre yeniden düzenlemek ister ya da kabul görebileceği çevreye uyum sağlamaya çalışır. Bu da ergeni suça sürükleyen davranışlarda bulunmasına sebep olabilir.

Suça yönelmeye neden olacak bireysel özelliklerden en önemlisi ergenlik dönemidir. Erkek çocuk ve ergenlerde, saldırgan davranışlar ve suça sürüklenmenin daha sık olduğu farklı çalışmalarda gösterilmiştir. Bu çocuklarda ve ergenlerde ruhsal bozukluk yüksek orandadır (en sık dikkat eksikliği-hiperaktivite sendromu, major depresif bozukluk). Adolesanlar (ergenler), kişisel özgürlüklerini kazanmaya başladıkları için, bu dönemde tek başlarına kararlar vermeye başlarlar. Bugünkü ve gelecekteki sağlıklarını tehlikeye atabilecek davranışlar geliştirir, erişkine göre daha kolay risk alırlar. Riskli davranışlardan birisi olarak kabul gören madde kullanma, adolesanların şiddet içeren davranışlarda bulunmasına veya kendine karşı şiddet uygulamasına (öz kıyım girişimi) neden olabilir. Ülkemizde adolesanlara yönelik danışmanlık ve hizmet sunan birimler yetersizdir, sahada çalışan personel adolesana yaklaşım hakkında yeterince bilgi sahibi değildir. Adolesan konusunda yetişmiş sağlık personeli azdır. Ergenlerin sorunlarının erken tanımlanabileceği, rehberlik ve danışmanlık hizmetleri yanında tedavinin de sağlanabileceği gençlik merkezlerinin kurulmasına ihtiyaç vardır.

Okul/kariyer ve çocuk ilişkisi çocuk suçluluğunda önemli etmenlerden birisidir. Çocuğu okul ortamında tutmak onu kontrol edebilmenin etkin yoludur. Ancak okulda başarısız olan, düşük eğitim motivasyonuna sahip ve okul ortamına kendilerini yabancılaşmış hisseden öğrencilerin suç davranışı içine girme olasılığının yüksek olduğu, okulun amaçlarını gerçekleştirmeyeceğine inanan, okulu sevmeyen, mesleki beklentileri ve gelecek planları olmayan çocukların diğer çocuklara göre daha fazla suç işledikleri bildirilmektedir. Bu çocukların önüne başarıyı tadabilecekleri küçük kariyer hedefleri koyarak okulu sevdirerek çocukların okuldan uzaklaşmamaları sağlanabilir. Okul çağında olup, eğitimine devam etmeyen, suça yönelme riski olan ve davranış problemleri yaşayan çocukların okula ilgisini sağlamak, okuldaki öğretmen ve psikolojik danışmanlar tarafından bu çocukların dikkatli takibi, çocuk suçluluğunu önlemede yararlı olacaktır. Ayrıca, risk altındaki aileler ve çocuklarının belirlenmesi, bu ailelere ve çocuklara psikolojik danışma ve rehberlik hizmetleri verilerek, psiko-eğitsel programlar düzenlenmesi ve suça yönlenmeyi engelleyebilecektir.

Toplumsal düzeyde çocukların eğitimine destek olunması için ekonomik ve sosyal politikaların uygulanması, dezavantajlı bölgelerde yaşayan çocukların rehabilitasyonu ve toplumla uyum içinde yaşamaları için gerekli sosyal ve kültürel düzenlemeler gerçekleştirilmelidir. Suça sürüklenen bir çocuğun sosyal ve ekonomik hayata geçişini destekleyecek, sosyal haklarının farkına varma ve kullanma konularında aktif destek verecek, sosyal, sportif ve kültürel etkinliklerden yaralanmasına yardımcı olacak bir sisteme gereksinim vardır. Özel sektör ve kamu sektörünün yanında üçüncü sektör olarak ifade edilen sivil toplum kuruluşlarının aktif katılımı ile suça sürüklenen çocukların sosyal uyumunun güçlendirilmesi için belirtilen sistem yerine getirilebilir.

Unutmayın! Suçlu çocuk yoktur, suça sürüklenen çocuk vardır…