Minik Hazinelerimiz, Çocuklarımız...


Dünyadaki vasıfların en kıymetlisi annelik vasfının bilinciyle, başlarımızın tacı analarımızın vasıtasıyla, aşk ile koparak yaratanın bağrından ,

Rahim tecellisinde geldiğimiz bu hayata, ne güzel bir lutuftur ruhlarımıza.

Bu dünyanın güzelliklerine yada cennetine kavuşabilmemize vesile olacak evlatlarımızı yetiştirebilecek olabilmemizle ne güzel bir bahşediştir ademliğimize…

Aşk ile bilinebilmek isteyince yaratan; Rahmet enerjisiyle insanlığımıza, merhamet ve aşk ile yoğrulan analığımızı bizlere nasip eyledi…

Eyledi ki; “Biz anayız, biz bağıl bağıl süt veririz” sözcükleriyle dile getirdiği gibi Mevlana’nın;

evlatlarımızı sütümüzle yani kendimize hal edindirdiğimiz ilmimizle hoşnut ederek besleyelim…

Yaratılmışlığımızın Rahman ve Rahim enerjileriyle büyüterek, yollarını çizmelerinde huzurla yönlendirebilelim..

Doğru yola iletirken evlatlarımızı, aşırılıklarından sakındırarak, içlerindeki ilahi varlığı onlara tanıtarak sevdirirken; İlahi varlığa’ da evlatlarımızı sevdirelim…

Terbiye edebildiğimiz kadarıyla kendimizi, hiçliğimizin ve yokluğumuzun bilinciyle; o vakit örnek olabiliriz sevgiyle meydana getirdiğimiz küçük varlıklarımıza.

Celallensek de onlara sabırlarımızın sınırlarında, bizi üzdükleri zamanlarda; yine de hissettirebilmeliyiz sevgimizi, şefkatimizin ışığında.

Evlatlarımızı taşırken Rahim sıfatının koruyuculuğunda karınlarımızda; onların şahsiyetlerinin daha orada oluştuğunu unutmamalıyız, üç yaşına kadar şahsiyet gelişiminin tamamlandığının bilgisiyle.

Önce kendi nefislerimizi eğitebilmemizin en güzel tevazuları giyinmişliğimizle üzerimize; insanların en kötü tavırlarına dahi aldırmamayı öğretebilmeliyiz minik yüreklerine.

Bilsinler ki her insan kendi ruhunun renginde ifade eder davranışlarını karşısındakine…

Üzülmekten, kinlenmekten ziyade o canımızı acıtan davranışın bize ne öğretmek istediğini bulmaya çalışmasıyla meşgul olabilmelidir akılları.

Çünkü yaşanan her sıkıntılı olayda eksik ve zayıf yanlarımızın yok olacağının farkına varacaktır zamanla.

Kainatta en kıymetli gerçek ve en değerli hizmet olan sevgiyle yoğrulmuş ruhlarımızla evlatlarımıza hoşgörülü ve samimi olabilmeyi öğretebilelim ki; affedici davranabilsinler arkadaşlarına…

Her varlığın zıddıyla var olduğu şu görünür alemde; ne güzel bir çiçek olsa da gül, dikenleriyle koku yayar bahçelerde,

Ne kadar hayran kalsak da derisine leoparın; nasıl da yırtıcı olabildiklerini hatırlatabilmeliyiz onlara…

Her yaratılanın iyi de olsa, can da yaksa, yeryüzünde bir görevi olduğunu anlatabilirsek yavrularımıza; daha sevgi dolu olabilirler karşılarına çıkan olaylara ve arkadaşlarına…

İşte o vakit merhametli olmayı zevk edinirler, mecburiyetin hırsından çok uzaklarda, dost olabilirsek onlarla anlayışlı yaklaşımlarımızın hoşnutluğunda…

Kendi arzularıyla araştırmaya, okumaya talip olurlar öğrenme isteklerinin açlığında, geliştirirken kendilerini heyecanla, en tehlikeli aldanış kibrin uzaklığında…

İçimizdeki ilahi varlığa ulaştıramıyorsa öğrendiklerimiz, bilgi dağarcığımızla; hiç bir işe yaramaz elbet övündüğümüz ilmimiz…

Ebeveynler olarak sahip olduğumuz farklı huylar ile ev hali yaşantılarımızda, kusur aramak için bakmazsak birbirimizin yüzlerine; hırçınlıktan kavgadan azade, gözlerimizin nuru olan evlatlarımızla yaşamayız üzüntü veren gönül ayrılıklarını yüreklerimizde…

Ne bize ait olan, ne de bir ömürlük olan evlatlarımıza öğretebilirsek kendi içlerindeki ilahi aşkın gücünü, o vakit çıkarabiliriz dışarıya sevgiyle yoğrulmuş kalplerini,

gözlerimizin nuru canlarımızın bizlere ‘emanet’ verildiğini hiç bir zaman unutmadan...

Sadece dünya işlerine koşturup da onların, umursamazsak maneviyatlarını, lakayt tavırlarımızla; asi, söz dinlemeyen, dediğini zorla yaptıran huylarıyla, kendi ateşlerinin odunlarını istemeyerek de olsa,

yüklemiş oluruz sırtlarına en derin kahırlarımızda…

Sevgiyle yaratıldığımız için tinselliğimizle ezelden, O’nu sevebilme yetişinde olduğumuzu her daim hatırlayarak; ne kadar farklı yada aykırı olsak da anne baba olarak bizler ve evlatlarımız, birbirimize ancak hoşgörüyle her şeyin üstesinden gelebileceğimizi öncelikle ailede verebilmeliyiz gönüllerine…

Hiç bir şeyin sahibi olmadığımızın kavrayışlarıyla şu alemde; aşk ile meydana getirdiğimiz tomurcuklarımıza “güzel ahlaklı” olmayı öğretebilirsek, tanıştırabilrsek içindeki ilahi sevgiliyle;

nefsine sahip olmayı da bilir görgüsüyle edasında; haddini de bilir içindeki ilahi sevginin gücüyle.

“Her şey beni tesbih eder” ayetinin gücüyle Kalu Bela’ dan beri her şey onu tesbih ederek döner dururken;

egolarımıza nefsimize hakim olabilirsek ancak ‘başkalarıyla iyi geçinen’ manasını taşıyan ‘insan’ olabileceğimizi hal dillerimizle ve öğretilerimizle anlatabilmeliyiz küçük mucizelerimize.

Benliklerinin sevgiyle ve paylaşımcı kazanımlarıyla küçük hazinelerimiz; karşılaştığı ve karşılaşacağı tüm insanların da O’nun aşkı ve tezahürüyle yaratılmışlığının inancında, huzuru yaşar her daim etrafına saçtığı mutluluğuyla...