MÜLTECİ BİREYLERİN KARŞI KARŞIYA KALDIKLARI NEFRET SÖYLEMİ VE AYRIMCILIK UYGULAMALARI


Türkiye, 2011 yılında Suriye’de başlayan iç olaylar neticesinde büyük bir sığınmacı/mülteci (!) ülkesi haline gelmiştir. İç İşleri Bakanlığı Göç İdaresi Genel Müdürlüğü tarafından açıklanan kayıtlı Suriyeli sayısı 21 Ocak 2020 tarihi itibariyle bir önceki aya göre 6 bin 641 kişi artarak toplam 3 milyon 687 bin 244 kişi olmuştur. Bu kişilerin 1 milyon 998 bin 22’i (%54,19) erkeklerden, 1 milyon 689 bin 23’ü (%45,81) ise kadınlardan oluşmaktadır. Türkiye’deki Suriyelilerin %47’si 0-18 yaş aralığında bulunmaktadır. 0-18 yaş aralığında 1 milyon 733 bin 24 Suriyeli bulunmaktadır. 10 yaşın altındaki Suriyeli sayısı ise 1 milyon 72 bin 244 kişi. 0-18 yaş aralığında olan çocuklarla, Suriyeli kadın nüfusunun toplamı ise 1 milyon 594 bin 371. Bu sayı toplam Suriyeli sayısının %70,36’sına denk gelmektedir.
Türkiye, büyük bir mülteci ve sığınmacı ülkesi olarak uluslararası insan hakları belgelerinde yer alan temel hakların geliştirilmesi için bazı düzenlemeler yapmak ile birlikte ne yazık ki istenilen seviyede bir gelişme kat edememiştir. Özellikle 2011 yılından itibaren başlayan büyük göç akımı karşısında yeterli bir sosyo- politik bir hazırlığı olmayan Türkiye’nin karşısında tek bir yol bulunmaktadır. 3 milyon 687 bin 244 mülteci bireyin temel haklara erişimlerini güçlendirmek. Ülke olarak imzalanan uluslararası sözleşmelerin iç hukukta bağlayıcı bir rolü bulunmaktadır. Evrensel düzeyde mülteci hakları başta olmak üzere temel insan hakları düzenlemelerin Türkiye’de uygulanabilirliğini sağlamak, insan hakları ve demokrasi standartlarını evrensel düzeye çıkarmak ve en önemlisi özel politika gerektiren grupların uluslararası insan hakları belgelerinde tanımlanan ve Türkiye’nin de onay verdiği sözleşmelerin uygulanabilirliğini geliştirmek gerekmektedir.
Türkiye’de mülteci ve göç çalışmaları alanında yer alan bütün paydaşlar farklı düzeylerde ve öncelikli tematik alanlarda faaliyetler gerçekleştirmektedirler. Muhakkak her bir çalışmanın karşılığını kısa vadede görebilmek mümkün olamamaktadır. Ancak, kamuoyunda mülteci bireylere yönelik nefret söylemi, ayrımcılık ve şiddete varan uygulamaların gün geçtikçe arttığı gerçeğini de düşünürsek alanda çalışan tüm paydaşlara büyük işler düşmektedir. Mülteci bireylerin özellikle kamp dışında yaşamaya başlamalarıyla birlikte yerel halk ile daha sık temas halinde olmaları, günlük hayatta birçok iş kolunda yerel topluluklar ile birlikte çalışmaları toplumsal uyum ve sosyal dahil etme kavramlarını daha sık kullanmamıza neden olmaktadır. Toplumsal barış ve uzlaşma için sadece mültecilerin değil yerel toplumun da uyum süreçlerinin kolaylaştırılması gerekmektedir. Bu yüzden tek taraflı “entegrasyon” yerine iki tarafı da içeren” dahil etme” kavramını gündemimize almalı, mülteci sorunun sürdürülebilir bir sosyal politika çerçevesinde çözmek için alanda çalışan tüm paydaşlar ile gerekli adımlar atılmalıdır. Mülteci bireylerin kamusal yaşamın (okulda, sağlık ocağında, markette vb.) tüm alanlarında görünür olmasıyla tüm politika alanlarında bütüncül politikaların gerçekleştirilmesinin zorunlu olduğu gündemimize getirmektedir. Öğrenimlerini sürdüren mülteci çocuklar için eşit erişimleri içeren eğitim politikası, sağlık hizmetlerine erişim için kapsayıcı sağlık politikası, adalet politikası, kaçak işçiliğin önlenmesine ilişkin istihdam politikası gibi farklı alanlarda ve düzeylerde birçok çalışmanın yapılması gerekmektedir.
Yerelde mülteci bireylerin de ifade ettikleri üzere birçok sorun alanı bulunmaktadır. Bu sorunların başında öncelikle mültecilerin kendilerini hukuken nasıl tanımladıkları gelmektedir. Bilindiği gibi Türkiye, Suriye’den gelen bireylere “mülteci” statüsü tanımamakta, misafir, geçici koruma altındaki birey gibi farklı tanımlamalar ile soruna çözüm aramaktadır. Bu tanımlama sorunu mültecilerin gitme- kalma ikilemini önemli derecede etkilemektedir. İkinci olarak farklı dezavantajlı topluluklar gibi mültecilerin de istihdam, barınma, sağlık, eğitim, adalet gibi birçok alanda sorunları bulunmaktadır. Ancak mültecilerin farklı kültüre sahip olmaları, dil yetersizliği, yerel toplumun kendilerine karşı olumsuz bakış açıları gibi farklı nedenlerden dolayı temel hizmetlere erişimleri ne yazık ki zayıf kalmaktadır. Bu da mültecilerin dışlanmalarına, gettolaşmalarına ve gayri-meşru alanlara yönelmelerine yol açmaktadır. Bu kapsamda mültecilerin yerel ve ulusal düzeyde temsiliyetlerinin güçlendirilmesi, sosyal hayata katılımlarının kolaylaştırılması için birçok açıdan hak temelli uygulamalar geliştirilmelidir. Mülteci bireyler artık yaşamın için de biz de varız diyerek kendilerine günlük yardımlar yapılmasından ziyade daha hak temelli çalışmaların yapılmasını talep etmektedir. Mülteci sorunun çözümünde anahtar kelime olarak “hak temelli” yaklaşım önceliklendirilmeli, yerel yönetimler, üniversiteler, özel sektör, sivil toplum kuruluşları ve devlet ortaklığında sürdürülebilir hak temelli sosyal politika oluşturulmalıdır. Mülteciler günlük yardım yerine iş piyasasına, eğitim, sağlık, adalet hizmetlerine eşit birey olarak erişmek istemektedir. Bu taleplerini de yerellerde kurdukları sivil toplum kuruluşları aracılığı ile görünür kılmak istemektedirler.
Mülteci bireylere yönelik ayrımcılığın farklı boyutları bulunmaktadır: Söylemde, mekânda, istihdamda ve eğitimde bu ayrımcılık pratikleri yeniden üretilmektedir.
Çıktılar göstermektedir ki mülteci bireylere yönelik söylem düzeyinde içeriden ve dışarıdan, mekân olarak; kent içi ayrışma ve mahalle içi ayrışma; istihdamda, mülteci bireylerin yoğun olarak yer aldığı sektörlerde istihdam ile mültecilerin yaşadıkları mahallelere yönelik damlayıcı bir dil; eğitimde ise, hastalık, hırsızlık damgalanması, sınıf ya da derslikler içi ve arası ayrımcılık, başarısızlık damgalanması gibi ayrımcılığın dört hali üzerinden bir sınıflandırma yapılmaktadır.
Kadın ve çocuk mülteciler iki kere ayrımcılığa uğramaktadır.
Kadın mülteciler, göç sırasında ve sonrasında yoğun olarak farklı saiklerle ayrımcı uygulamalar ile karşı karşıya kaldıklarını belirtmektedirler. Özellikle çalışma çıktıları göstermektedir ki kadınlar, cinsiyet eşitliğine bağlı olarak şiddet, tecavüz, alıkoyulma, yerel topluluk tarafından kullanılabilir kadın gibi farklı şekilde bir nefret söylemi ile ayrımcı ifadeler yaşamaktadırlar. Çocuklar da özellikle karma eğitimin yapıldığı okullarda akranlar ile uyum içerisinde yer alamamakta, öğretmenler ve idarecilerin de çocuklara yönelik ayrımcı dil ve uygulamalarda bulundukları ifade edilmektedir.
Mülteci bireylerin günlük alanda yaşadıkları ayrımcılık sınıflandırmaları birbirinden kesin ve net bir çizgide ilerlememektedir. Pilot olarak ifade edilen dört ayrımcılık sınıflamasının da birbirinden kesin çizgilerle ayrılamayacağını, birinin diğerinin ortaya çıkmasına zemin oluşturduğunu belirtmek isteriz.
Medya’da mültecilere yönelik ayrımcılık uygulamaları gün geçtikçe artıyor.
Ayrımcılık ve önyargı konularında önemli bir alanı da medya oluşturmaktadır. Medyada mülteciler hakkında çıkan haberler ve yazılar, mülteciler ile yerel toplumun uyum sürecini olumsuz olarak etkilemektedir. Mültecilere yönelik yapılan yardımların abartılması, kamunun mültecilere sınırsız kaynak(!) politikası uygulama algısı, mültecilerin sürekli sorun çıkaran bir kitle olarak lanse edilmesi gibi söylemler medya tarafından üretildikçe mültecilerin sosyal dahil edilme süreçleri yavaş ilerleyecektir. Katılımcıların bu konuda önemli beklentileri de bulunmaktadır.
M.S.A. “Biz mülteciler, yaşadığımız topluma faydalı olmak, üretime katılmak istemekteyiz. Çoğu mülteci birey de aslında ekonomik hayata bir şekilde dahil olmuşlardır. Bu konuda medya biz mülteciler hakkında asılsız ve sürekli toplumu kutuplaştıran bir dil kullanarak bu sürece zarar vermektedir. Bu zararın boyutunu mülteciler günlük hayatlarında çocuklar ise okullarında hissetmektedirler. Burada medya kurumlarına büyük görev düşmektedir”. (M.S.A: mülteci birey)
Yerel Yönetimlerde Ayrımcılık Yapılıyor!
Kent hakkı, evrensel olarak tanımlanan bir insan hakkıdır. Dil, din, ırk ayrım yapılmaksızın nerede yaşıyorsak o kentin sakini olarak kararlara katılma ve hizmetlerden eşit erişim hakkına sahip olunmaktadır. Türkiye, belediyecilik kanunu ile kent konseyi yönetmeliği çerçevesinde hemşeri hukukunu ön plana çıkarmakta, katılımcı uygulamalar ile farklı araçları kullanmaktadır. Ancak bu durum kentin yeni sakinleri olarak ifade edilen mülteci ve sığınmacı bireyler için aynı oranda geçerli görülmemektedir.
H.S. “Bizler, mahallelerde hizmet yeterince alamamaktayız. Sokaklarımız diğer komşularımızın yaşadığı yerler gibi günlük olarak temizlenmemektedir. Belediye hizmetleri bizleri es geçmekte, yapılan yardımlar konusunda ayrımcılığa uğramaktayız”. (H.S: mülteci birey)
PAYDAŞLARIN ROLÜ
Mülteci ve göç çalışmaları alanında ayrımcılık ve nefret söylemi pratiklerini azaltmak ve mülteciler ile yerel toplumun sosyal dahil edilme ve uyum süreçlerini geliştirmek için farklı paydaşlara farklı roller düşmektedir. Bu paydaşlar ve roller kısaca şu şekilde ifade edilebilir:

Sivil toplum kuruluşları, mültecilere yönelik yardım temelli birçok çalışma gerçekleştirmektedir. Ancak gerek mülteci sayısının artması gerekse de sürdürülebilir göç politikası gereği STK’ların hak temelli savunuculuk yaklaşımı çerçevesinde hareket etmeleri gerekmektedir. Uluslararası düzeyde imzacısı olunun sözleşmelerin uygulanabilirliğini güçlendirmek amacıyla faaliyetler gerçekleştirilmelidir. Bu faaliyetlerde mülteci bireyler de sürecin aktörü olarak yer almalı çalışmalar katılımcı bir şekilde birlikte planlanmalı ve uygulanmalıdır. Mültecilerin sivil toplum alanında örgütlenme ve katılım hakları desteklenmeli ve öz örgütlenme denilen modellerin yaygınlaştırılması sağlanmalıdır.Mülteci bireylerin yoğun olarak yaşadıkları illerde, ilçelerde ve mahallelerde hizmetlerin aksamaması, kent hakkı ve hemşeri hukuku çerçevesinde mültecilere yönelik ayrımcılık yapılmaması gerekmektedir. Belediye tarafından sağlanan yardımlar ve imkanlar mültecilere de eşit oranda dağıtılmalıdır. Mültecilerin kentin yeni sakinleri olarak algılanması gerekmekte misafir yaklaşımı terk edilmelidir. Hak sahibi birer özne olarak, yerel topluma sağlanan hizmetler ve imkanlar ile kaliteli yaklaşım mültecilere de ve onların yaşam alanlarına da uygulanması gerekmektedir.Yerel ve ulusal yazılı ve görsel basın ile dijital araçlar olmak üzere mültecilere yönelik gün geçtikçe ayrımcı ve nefret söylemini içeren içerikler hazırlanmaktadır. Sosyal dahil edilme sürecinde toplumların birbirleri ile uyum ve barış içerisinde yaşamaları için medya kuruluşlarına önemli görevler düşmektedir. Öncelikli olarak ayrımcılık içeren haber üretimleri yerine mültecilerin başarılarını ve uyum sürecine yaşadıkları iyi uygulamalar gündeme getirilmelidir. Medya içerik denetimi açısından kamu ve sivil toplum tarafından sürekli bir denetim edilmelidir. Mülteci odaklı medya çalışmaları önemli bir alan yaratabilir.