Salgında Öğretmen Olmak


Bir eğitim öğretim yılını daha tamamlarken, tamamladığımız yıla şöyle bir dönüp bakmak gerek… Bir yılı iki yılmış gibi geçirdiğimiz eğitim yılına önce yüz yüze, hevesle, özlemle, çocuklarla göz göze olacağımızı düşünerek başladık. Evde ve ekran karşısında geçirdiğimiz bir önceki yıldan çıkaracağımız çok şey vardı. Ev ortamının vermiş olduğu konfor alanı tartışılmaz bir rahatlıktı başlarda. Sonrasında ise sürekli ekran karşısında olmanın, yapılan işin doğasına aykırı olduğunu hep beraber anladık. Ama ekran karşısındaki süreci de, sanki yıllardır işimizi böyle yapıyormuşçasına alana, ekrana, sınıfa ve çocuğa hakim bir şekilde geçirdik. Yadırgamadık, hazırdık…

Yüz yüze bir araya gelmenin motivasyonunu maskeyle sınıfa girmek ve çocukların sadece gözlerini görebiliyor olmak biraz düşürse de sınıftaydık, canlı canlı… Maskeye de, maskeli ders anlatmaya da bir şekilde alıştık. Ama nasıl… Tüm enerjinizle ders anlatırken birden kalbinizin sıkışmasıyla hemen çeneye iniverdi o maskeler… Birbirimizi ilk söyleyişte duymakta hep zorlandık ve en nihayetinde eskiden dudak okuyarak mı anlaşıyorduk acaba diye düşünmeye başladık. Söylenenleri birkaç tekrardan sonra anlamaya başladık. Yadırgadık, ama buna da çabuk alıştık…

Sonra… Hayatımızın merkezine yerleşen “vaka” kelimesiyle yatıp kalkmaya başladık. Yine yeniden… Bu sefer de, sınıfta kalan ve evde olan çocuklar için hem sınıfta hem de evdeydik. Yıllar önce böyle bir şeyden bahsedilse asla ciddiye almayacakken yaşantımızın bir parçası olmuştu bu durum. Sınıf içinde bir yandan sınıfta olan çocuklara ders anlatırken bir yandan da ekranda, evde olan çocuklarla iletişim kurmaya çalıştık. Adeta aklımızı, bedenimizi, ruhumuzu böldük, her yere herkese yetişmeye çalıştık. Yadırgadık, ama hazırdık alıştık…

Zihnimizde bize sunulan algoritmaları anlamaya çalıştık. Kaç kişi, ne kadar süre, evde, okulda, kardeşi, annesi babası, kim, nerede, ne zaman, nasıl, niçin? Bünye olarak zaten karışık olan zihnimiz iyice çorbaya döndü. Akışına bırakmayı öğrendik. Kapanan sınıflar, bir kısmı gelen bir kısmı gelemeyen çocuklar, sonradan gelen çocuklar için yeniden yapılan planlamalar… Hepsine, her duruma hazırdık, alıştık.

Bu arada biz de “vaka” sınıfına dahil olduk, dahil olduğumuzu zannedip tedirgin olduk, her belirtiyi “acaba” diye karşılayıp yine de yolumuza devam ettik. Sınıflara hep dik, gardımız sağlam, motive edici, yapacak çok işimiz var çocuklar ruhuyla girdik. Aklımızda deli sorular, yarından şüpheli…

Öyleydi böyleydi derken bir eğitim öğretim yılını daha tamamlıyoruz. Konularımızı bitirdik, etkinliklerimizi tamamladık, çok şey öğrettik. Ve öğrendik. Biz o kadar çok şey öğrendik ki bu süreçte, kendimizi daha önce hiç değerlendirmediğimiz kadar değerlendirdik. Her duruma, her olaya, her koşula ne kadar çabuk adapte olabildiğimizi gördük. Anlık değişikliklerde anlık şekil alıp ona göre programladık kendimizi. Her bir kriz anına çözümle gidebildik, işe yarayıp yaramadığını süreçte hep beraber gördük. Psikolojimiz, insan olmamızdan sebep çokça etkilendi, ama mesleki deformasyonun verdiği avantajla bunu güzel kamufle ettik. Öğretmenlik biraz da kamuflaj becerisi değil midir zaten? Bazen çok yorgun olduğumuzu, iyi olmadığımızı dile getirdik evet çocuklara… Çok da saklayamadık belki kendimizi… Ama devam dedik, her “yorgunum” cümlesinden sonra kocaman bir nokta koyup devam ettik.

Ve bitiriyoruz yılı… Düşe kalka… Ama içimiz rahat, elimizden geleni her şeye rağmen yaptığımızı bilerek… Bu işin, delilikle akıllılık arasında ince bir çizgide olup, bir adım deliye bir adım akıllıya gidip gelerek yürütülebileceğini bir kez daha fark ederek… Çünkü deliliği bilmeden akıllı kalmak da, aklı çözüp de deli olmamak mümkün değil…