KİMSEYE KALMAYAN YALAN DÜNYADA… YİTİRDİKLERİMİZ VE ONLARDAN GERİYE KALAN SADECE VE SADEC HOŞ BİR SEDA… GAZETECİ HAMDİ TÜRKMEN'NİN ARDINDAN  


Ne de güzel özetlemiş, hayatı ve ölüm gerçeğini Neşet Ertaş usta. “Ah yalan dünyada… Yalan dünyada… Yalandan yüzüme gülen dünyada… Ölüm gerçeğinde son nokta: Ben gidip ellere kalan dünyada…”
Her insan ölümlü olduğunu bilir bilmesine ama ve lakin kimseler kendine ölümü yakıştıramaz. Hiç ölmeyecekmişiz gibi yaşarken, hep ama hep yaşmak ister insan.
Doğum ve ölüm saati hatta saniyesi bile şaşmıyor, zamanı gelen bu dünyaya geliyor ve de bu dünyadan gidiyor.

Gazeteci dostumuz, ağabeyimiz Hamdi Türkmen’i bir Ağustos sıcağında yitirdik ne yazıktır ki… Onu ölüme yaklaştıran kötü hastalık sürecinde kim bilir ne acılar çekmişti…  Adı dahi anılmakla ürküten hastalık, çok canı acıtırken “çeken bilir” deriz değil mi?
Hamdi Türkmen, çok gazeteciye dokunmuş, çok gazeteci arkadaşımıza emek vermiş hatta ekmeğini kazanması için de kapı açmış bir “erkek insandı.”
Belki seveni çoktu belki de sevmeyeni de vardı ama o, insanı seviyor, mesleğini seviyordu. 1987’de mesleğe başladığım yıllarda tanımıştım onu. 2000’li yıllarda beni gazeteye çağırdığında; Yeniasır Gazetesinde Genel Yayın Müdürüydü.
“Onlarca kitap yazıyorsun, gel bizde de o güzel öykülerinden yaz” demişti bana. Bende mali memnuniyetle kabul etmiştim ve tam sayfa “Cumartesi Hikâyeleri” doğmuştu. Hamdi Türkmen’le yıllar sonrasında; çalışma olanağı bulmuştum.  Hamdi Türkmen’in disiplinli gazetecilik yaklaşımını bizzat görerek şahidim birçok arkadaşım gibi. Güler Yüzlüydü Hamdi Türkmen. İşine âşıktı ve iyi bir gazeteci, mesleği öğreten bir öğretmendi.  Babaydı, ağabeydi, gazeteciydi ama önce insandı. Bıyıkları yoktu ama sözünü dinletirdi. Kırmadan, kızmadan güler geçerdi yapılan yanlışlara ama düzeltirdi olgunlukla.  Onca gazeteciyi her çalıştığı gazeteye toplayan, işsizler işveren bir işverendi adeta.  Sayesinde ekmek yedik, bizlere balık yemeği değil, balık tutmayı öğretendi.  O zalim hastalıkla boğuşurken de duruşunu bozmadı, beden acılarına rağmen hep yazdı. Gündemi takip etti,  senelerce hastalığına direndi ama olmadı.  Şükürler olsun ki yalnız değildi, eşi Meltem Türkmen hep yanındaydı ve ona misler gibi baktığına da eminim. Allah Meltem Hanımdan bin kat razı olsun…
Hamdi’yi uğrularken; cenazesi kaldırılan cami, o yakıcı sıcağa rağmen cami dışına kadar tıklım tıklım doluydu. Eşi Meltem Hanım, metanetle ayaktaydı, evladına destekti bir anne duyarlılığında.  Hamdi Türkmen, Musallat Taşında yatarken,  eski anılar düştü belleğime.  Baba dostu Hamdi Türkmen, gidiyordu bu dünyadan.  Hiç unutmam “Cumartesi Hikâyeleri”  köşemin oturmuşluğundaki payını ve gazetedeki yazılarımın kitaplaşmasına ön ayak oluşunu… Allah bin kere razı olsun ondan… Yattığı yer incitmesin… Mekânı cennet olsun ve bu dünyada çektiği beden acıları, öbür âlemde kefareti olsun…  Yaptığı iyilikler karşına çıksın inşallah.
GELELİM BİR ÖLENİN ARKASINDAN KONUŞANLARA
Ah be kardeşim… Hamdi Türkmen için atıp tutuyorsunuz ya, çok ayıp çok…  Bu dünyayla tüm ilişkisini bitirmiş bir insan size cevap veremez, attığınız palavralar, havada kalırken, sizin insanlığınızı sorgulatır, başka bir insana. Dinimizce ölmüşün arkasından konuşmak iyi değildir. “Ölümle öç alınmaz” derler. İçinizde biriktirdiğiniz fesat ve kini kusmanın etik değerlerimize uygun düşmediğini ya bilmiyorsunuz ya da o ölmüş kimse gibi olamadığınız için kırık egonuzu beslemeye çalışıyorsunuz. Hepinizi ALLAH’A havale ediyorum. Söz uçar yazı kalır,  dost bildiklerimiz de düşmanlığı en güçsüz halimizde ne yazık var olmaya devam ediyor!
ŞİDDETİN ADRESİ YOK NEREDE OLURSA SİZİ VEYA ONU BUNU BULUYOR
Cenazeye giderken tramvayda bizzat yaşadık şiddeti. Konu yer kavgası mıydı toplumsal öfkenin dışa vurumu muydu bilemedim ama toplum cinneti, son günlerde büsbütün artan şiddet ve türevlerinin bir parçasıydı.  Doktor bir bayan arkadaşımla cenaze törenine katılmak için tramvaydaydık.  Tramvaydaki genç bir kız, arkadaşımla beni itekleyerek yer kapmaya çalışıyordu. Ben yerimi bulmuştum ama arkadaşım ayakta kalmıştı.  “Gel sen otur buraya” dedim. O da “Gençler otursun” dedi. Vay bunu söyleyen sen misin diye genç kız açtı ağzını, yumdu gözünü. Arkadaşım bir söyledi bin ah işitti. Bununla kalsa iyiydi.  Arka koltukta oturan bir bayan arkadaşımın kolundan tuttu ve örseledi. Resmen şiddet gösterdi. Tramvaydaki hadiseyi gören herkes suskundu.  Resmen ve bal gibi hem sözlü hem fiziksel şiddete uğramış arkadaşımın yalnız olmadığını genç kızın annesi olacak arka koltukta oturan bayana belirttim. Bayan bu sefer bana taktı. Ana-kız verip veriştiriyor, elle yaptıkları şiddeti savunuyorlardı.  Kadına şiddet yalnız erkek tarafından yapılmadığı gibi kadın ya da herkimse tarafından yapılıyorsa; “Toplum Psikolojisi şiddete mi meyilli” diye düşünür oldum. İşte bu ince çizgiyi iyi analiz etmek lazım hepimizin görevi olmalı.  Çünkü eğitim önce ailede başlıyor. Bu bakımdan da annelere çocuk eğitiminde çok önemli görevler düşüyor. Eğer ailede şiddet varsa bu öğrenilmiş hareketler zincirindeki “bam teli” bir şekilde;  ortaya çıkıyor ne yazıktır. Bu bağlamda kişisel saptamam, önce aile eğitilmeli ve kişilerin sosyal ve ekonomik sıkıntılarının çözümü yanı sıra eğitim şart diyorum.
Şiddet ve türevleri çok kapsamlıdır ve kitaplara sığmayacak boyuttadır.  Maalesef şiddet mağdurlarıyla dolmuş, yeryüzünde çok kadın, çok çocuk şiddete uğruyor! Hâlbuki bu gelgeç fani dünyada insanca yaşamak, her insanın hakkıdır.  Eskiden ana, baba; çocuğuna; büyüğüne saygıyı öğretirdi. Bizler otobüste yaşça büyüklere yer verir, onların ayakta kalmasından utanırdık. Ne zaman bir yaşlı görsek, ellerinde filesi olanlara yardım ederdik. Sahi ne oldu bizlere? Saygıyı mı sevgiyi mi yitirdik? Ne oldu bize…  Bir insan niçin bir cana kıyar, niçin öfkesine yenik düşer olduk?  Egosu yerlerde birileri “süper-egonun” akılcı yanını kullanmalı ve eğitimle öğretimle insan olmanın erdemiyle kimse kimseye taş atmamalı… Ekmek veremiyorsa; tebessüm vermeli değil mi ama…
Zira ölümlü dünyada insandan geriye kalan sadece hoş bir seda…