1934’te Bursa semalarında kartallar leylek yuvalarına saldırdığında, bu ülke tek yürek olmuştu. Gazeteler günlerce yazmış, köylüler yaralı leylekleri sırtlarında taşımış, bir kuşun kanadı kırıldığında toplumun vicdanı sızlamıştı.
O günlerde yaşananlar bugün kulağa masal gibi gelebilir. Kartalların leyleklere saldırdığı iddiası dönemin gazetelerinde “Gökyüzünde Savaş” manşetleriyle verilmişti. O yıllarda leylek, bereketin ve iyiliğin sembolü sayılır; yuvasına dokunmak günah kabul edilirdi. Haber yayılır yayılmaz halk seferber olmuş; kimi evinin damında yeni yuvalar yapmış, kimi yaralı leylekleri evinde tedavi etmişti. Hatta bazı gazeteler, saldırının “devlet tarafından araştırılması” için çağrılar yapmıştı.
Yani mesele sadece kuş meselesi değildi. İnsanlar kendilerinden güçsüz olana sahip çıkmayı bir sorumluluk, bir vicdan borcu sayıyordu.
Peki aynı olay bugün yaşansa?
Muhtemelen video çekip “vah vah” deyip geçeriz.
Yaralı kuşa değil, görüntünün kaç izlenme aldığına bakarız.
Aradan geçen 90 yılda sadece teknoloji değişmedi; insanlığımız da sessizce aşındı.
Gökyüzümüz aynı, ama o gökyüzüne bakacak kalbi çoktan kaybetmiş durumdayız.
Bugün ülke yangınlarla boğuşuyor; iki gün konuşup üçüncü gün unutuyoruz.
Depremzedeler yılını konteynerde tamamlıyor; biz gündemi “kim kime ne dedi” tartışmasına sıkıştırıyoruz.
Gıda zehirlenmelerinden insanlar ölüyor; birkaç saat üzülüp hayatımıza devam ediyoruz.
Sokak hayvanları korkuyla titriyor; öfkeliyiz ama sorumluluk almıyoruz.
Gençler bavullarını toplayıp gidiyor; “haklılar” diyoruz ama nedenlerini değiştirmeye yanaşmıyoruz.
Kırık kanatlar her yerde…
Ama biz bakıyormuş gibi yapıyoruz.
1934’te insanlar tarafını seçmişti.
“Kuşların savaşına devlet el koysun!” diye dilekçeler verilmişti.
Bir yuvaya yapılan saldırı, topluma yapılmış sayılırdı.
Bugün saldırı çok daha büyük:
Doğaya yapılıyor.
İnsana yapılıyor.
Emeğe yapılıyor.
Geleceğimize yapılıyor.
Peki biz ne yapıyoruz?
Seyrediyoruz.
Seyredip geçiyoruz.
Seyirci olmayı marifet sanıyoruz.
Tepki vermeyi sorumluluk almakla karıştırıyoruz.
Ekran başında üzülmeyi harekete geçmek sanıyoruz.
Bu ülkenin en büyük sorunu felaketler değil…
Felaketlere alışmış insanlar.
Artık haklının yanında dimdik duramıyoruz.
Haksız olana “Dur!” diyemiyoruz.
Mazlumun gözlerinin içine bakacak cesareti bile kaybettik.
İnsanı insan yapan refleksler köreldi.
Acıya bakamamak, yeni konfor alanımız oldu.
Bir kuşun yarası eskiden bir ülkeyi ayağa kaldırırdı.
Bugün milyonların yarası bile çoğumuzu yerinden kıpırdatmıyor.
Yorumlar
Kalan Karakter: