Belki bu yazıda kendini bulacaksın.
İnsanın hayatı boyunca en çok sınandığı yer, ne başarılarıdır ne de kayıpları…
Asıl sınav, değerlerinin çürümeye başladığını fark etmeden yaşadığı anlarda başlar.
Kırgınlıkların, küslüklerin, küçücük bir kıvılcımdan dağ gibi büyüyen öfkelerin arkasında tek bir gölge dolaşır:
Bencillik.
Kimse adını söylemek istemez ama gerçek budur.
Ego, kibir, kendini beğenmişlik… Hepsinin kökünde aynı çürük vardır.
Bir Ailenin Sessiz Çöküşü
Her hikâyenin bir evi, bir çatısı, bir temeli vardır. İnsan için o temel anne ve babadır.
Onlar yaşarken kardeşler arasında görünmez ama sağlam bir bağ vardır.
Kimse bunu fark etmez; ta ki o temel çekilip alınıncaya kadar…
Anne gider, baba gider…
Ve birden evin içindeki kardeşlik duvarları çatlamaya başlar.
Bir zamanlar aynı tabakta yemek yiyenler, aynı yorganın altında üşüyenler, aynı oyuncağın peşinde koşanlar;
bu kez bir kağıt parçasının ardında birbirini yer hale gelir.
Ve işin en acı tarafı şudur:
Miras, parayı değil, insanın içindeki açgözlülüğü ortaya çıkarır.
Yıllarca biriktirilmiş sitemler, suskunluklar, gururlar ve zehirli fısıltılar…
Eşlerin dolduruşu, akrabaların yönlendirmesi, çocukların bilmeden ettiği sözler…
Kardeşliği taşla döver gibi döver.
Oysa kimse düşünmez:
“Bu para benim alın terim değil.
Bu ev, bu arsa, bu eşya benim emeğim değil.
Bu dünya, benimle başlamadı; benle bitmeyecek.”
Helal olan bir mirası bile kirleten insanın kalbidir.
Gözleri kör eden paradır.
Sevgiyi unutturan kibirdir.
Sonra ne olur biliyor musun?
Bir gün hastanede bir yatak olur, baş ucunda kimseyi göremezsin.
Telefonun çalmaz.
Kapın tıklamaz.
Çocuğun düğününde eksik sandalyeler gözünün içine batar.
Birinin evine gidemez, biri seninkine uğramaz.
Kan bağın vardır ama gönül bağın artık yoktur.
Parayı seçmişsindir.
Ve insanlar bazen fark etmeden kendi kendine öksüz kalır.
Zenginliğin Körlüğü ve Fakirliğin Asıl Hâli
Bazısı o kadar zengindir ki cebindeki paranın ağırlığı kalbini ezer, ruhunu sıkar.
Evleri vardır, arabaları vardır, hesapları dolar taşar…
Ama kardeşi bir ev alamazken gözünü bile kırpmaz.
Böyleleri bilmez ki asıl fakirlik cepten değil yüreğin boşluğundan okunur.
İnsanın kalbi taşlaşınca serveti de birikir ama kendi çürür.
Ve o anlarda unutulan bir şey vardır:
“Toprağa girerken kefenin cebi yoktur.”
Ne bir ev, ne bir arsa, ne bir hesap numarası…
Hiçbiri seninle gelmez.
Miras dediğin şey sadece kalanların taşıdığı bir yüktür.
Sen gömülürsün, malların kavga olur.
Ve en kötüsü…
Kardeşlik mezar taşının yanına bile gelemez.
Bu mudur hayat?
Bu mudur insanlık?
Akrabaların Oyunları ve ‘Yancı’ Arayan Ruhlar
Akrabalar arasındaki küslükler bir tiyatro sahnesi gibidir.
Kimin rolü ne, kim hangi repliği neden söylüyor; kimse bilmez.
İki kardeşin kavgasından kendine pay çıkaranlar,
bir tarafı diğerine karşı kışkırtanlar,
birine selam verdin diye sana bile küsenler…
İnsan, kendi kavgasına ortak arar çünkü yalnız kaldığında haksız olduğunu bilir.
Bunun adına güç sanır ama aslında güçsüzlüğünün sesidir.
Benim böyle işlerle işim olmaz.
Ben herkese eşit dururum.
Bana yanlış yapmayanla niye düşman olayım?
Birinin hatasını diğerine niye taşıyayım?
Bu hayat bana bir şey öğretti:
Yancı arayan insanın yarası büyüktür.
Gerçek insan ise kendi kavgasını kendi taşır.
Dostlukların Gizli Zehirleri
Gelelim dostluklara…
Bir insanla konuşmazsın, sorun yaşarsın; bu normaldir.
Ama sonra biri gelir kulağına fısıldar:
“Senin için şöyle dedi.”
“Senin arkandan böyle konuştu.”
O zaman sorarım:
“Madem biliyordun, neden o gün sustun? Neden şimdi söylüyorsun?”
Çünkü o da konuşmuştur.
Çünkü dedikodu iki kişilik bir suçtur.
Bir kişi söylemezse diğeri susmak zorunda kalır.
Ben çok gördüm…
Birinin söylediğini diğerine götüren, sonra ötekinin söylediğini alıp geri getirenleri…
Bunlar dost değil; bunlar huzur katilleridir.
Gerçek dost, sen yokken masada seni savunandır.
“Onun hakkında konuşmayın,” diyebilendir.
Sır saklayandır.
Belden aşağı vurmayan, yıllar sonra eski bir kavganın kirini çıkarıp yüzüne fırlatmayan insandır.
Sır mezarda kalırdı eskiden…
Şimdi gönlü dar olanın elinde silaha dönüşüyor.
Son Söz: Aynaya Bakmayı Unutanlara
Bu yazı benimle ilgili değil.
Kimseye mesaj vermek için değil, insanın kendine bir kez olsun ayna tutması için yazıldı.
Çünkü insan bazen kendini duymadan yaşar.
Kendi kibirini göremez, kendi kırgınlığında boğulur, kendi egosunda kör olur.
Herkesi suçlar ama kendi vicdanını sorgulamaz.
Belki bu yazıda kendinden bir parça bulursun.
Belki bir gün biriyle kavga etmeden önce düşünürsün:
“Bu öfkeye değer mi?”
Çünkü sonunda kalan tek şey…
Kırdığın kalp ya da tuttuğun sevgi olur.
Miras değil, mal değil, para değil…
Yalnızca karakterin.
𝒀𝒂𝒛𝒂𝒓
𝓗𝓲𝓵𝓪𝓵 𝓒𝓪𝓷𝓪𝓷 𝓢𝓸𝔂𝓵𝓾 𝓐𝓴𝓽𝓪ş
27.11.2025

Yorumlar
Kalan Karakter: