İnsanoğlu tuhaf bir varlık…
Bize yapılan her yanlışı, her kırgınlığı zamanın rüzgârına bırakır, “geçer” diyerek susarız. Çünkü unutmak bazen kolaydır; hatta merhamet sandığımız şey çoğu zaman kendimizi korumak için kullandığımız ince bir örtüdür.
Ama bilmeyiz ki, başkalarına merhamet etmek uğruna en çok kendi kalbimizi incitiriz.
Unuturuz…
Sessizce, içimize doğru bükülerek.
Ne var ki adalet farklıdır.
Adalet, yüreğin unutuşu değil, hatırlayışıdır.
Bir haksızlığı dile getirmek bile cesaret ister; çünkü konuştuğumuz her hakikat, önce bizi yaralar.
Adaletli olmak dediğimiz şey, aslında kendi içimizdeki aynaya bakma cesaretidir.
Ve o aynada bazen en çok kendimizi görür, en çok kendimizi kırarız.
Sevginin içindeyse bu iki kavram birer sınava dönüşür.
Seversin, affedersin…
Affederken merhametinle yumuşarsın, ama aslında içinden bir yer acır.
Seversin, hesap sormazsın…
Adaletini susturursun, ama sessizliğin içinde bir şey hep konuşur.
Belki de gerçek acı, başkalarının bize yaptıklarında değil; bizdeki iyiliğin ağırlığını taşımaktadır.
Merhamet etmek, bırakmak cesareti ister.
Adaletli olmak, yüzleşmek cesareti…
Ve biz, bu iki uç arasında salınarak büyürüz.
Unutmakla hatırlamak, susmakla konuşmak, affetmekle hesaplaşmak arasında…
Her seferinde biraz daha ağırlaşarak, biraz daha olgunlaşarak.
Çünkü insanın derinliği, kalbinin iki kapısında saklıdır:
Biri merhametin unuttuğu yer,
Diğeri adaletin unutmamakta direndiği yer.
Ve işte tam da bu yüzden sevgi, insanın en büyük sınavıdır.
Ne sadece merhametle ayakta kalır,
Ne sadece adaletle…
İkisi birlikte yürünür; kimi zaman yara olarak, kimi zaman umut olarak.
Yazar 𝓗𝓲𝓵𝓪𝓵 𝓒𝓪𝓷𝓪𝓷 𝓢𝓸𝔂𝓵𝓾 𝓐𝓴𝓽𝓪ş
29.11.2025

Yorumlar
Kalan Karakter: