Bizi 70 yıl önce uyardı ve neredeyse hiç kimse gerçekten dinlemedi…
Hannah Arendt, insanlar düşünmeyi bıraktıklarında ne olacağını biliyordu.
Kötüleştiklerinde değil, İnandıklarında değil…
Gerçeği, yalandan ayırt etmeyi bıraktıklarında değil…
1906’da Hannover’de doğan Arendt, Yahudiydi.
Nazilerden kaçtı, Fransa’da yaşadı…
Orada tutuklandı ve sonunda ABD’ye sığındı.
Hayatta kaldı ama gördüklerini asla unutmadı.
Eğitimli ve kültürlü bir halkın nasıl karanlığa gömülebileceğini…
Ve böyle bir şeyin nasıl mümkün olduğunu anlamak istiyordu.
1951’de en önemli eseri “Totalitarizmin Kökenleri” ni yayınladı.
Bu eserde, bugün bile hala korkutucu derecede güncelliğini koruyan bir şey yazdı;
“Totaliter Yönetimin İdeal Öznesi;
İnanmış bir Nazi,
İnanmış bir Komünist,
D E Ğ İ L
Gerçek ile kurgu,
Doğru ile yanlış,
Arasındaki ayrımın artık var olmadığı insanlardır.”
Bunu iki kez okuyun…
Totaliter iktidarın amacı insanları inandırmak değil;
Hiçbir şeye inanmayana kadar şüpheye düşürmeye çalışmaktır…
Her şey;
Eşit derecede doğru,
Eşit derecede yanlış,
GÖRÜNDÜĞÜNDE…
Her haber bir görüşe dönüştüğünde,
Kime güveneceğinizi artık bilemediğinizde,
Pes edersiniz…
Yorulursunuz…
Alaycı, kayıtsız olursunuz…
Ve Arendt’in korktuğu şey tam da burada başlar;
Artık neyin, gerçek olduğunu bilmediği için düşünmeyi bırakan bir toplum.
Daha sonraki, “Gerçek ve Politika”(1967) adlı makalesinde, yalanların yalnızca yanlış hikâyeler yaymadığını, daha derin bir şeyi yok ettiğini açıklamıştır.
Gerçeğin, olasılığına olan güveni.
Her gerçek, inkâr edildiğinde…
Her argüman, “haklı görüş” olduğunda.
Gerçek, gücünü kaybeder…
Ve bununla birlikte adalet, ahlak ve onur da yok olur.
Arendt bunu 1930’larda şöyle görmüştü;
Naziler sadece yalan söylemekle kalmadı;
Dünyayı o kadar çok yalanla boğdular ki, insanlar sonunda gerçeği aramayı bıraktılar.
Kötü niyetten değil, bitkinlikten…
Bunu, suçlamak için değil, bir uyarı olarak yazdı…
Çünkü biliyordu, bu her yerde olabilir.
Başlangıçta, tanklarla değil…
Düşüncelerimizin, yavaş yavaş aşınmasıyla.
— “Zaten kimseye güvenemezsin”
Veya;
— “Herkes yalan söylüyor” gibi ifadelerle…
Arendt’e göre tam o anda “yargı gücünün yok oluşu” dediği şey başlar.
Ve bu herhangi, bir propagandadan daha tehlikelidir…
Peki ne yapılabilir?
Arendt, panzehirin “düşünmek” olduğuna inanıyordu…
Fikirlerin, toplanması sloganların tekrarlanması değil…
Gerçek ve bağımsız “DÜŞÜNCE”…
Soru sormak…
Çelişkilere katlanmak.
Merak etmekten,
Asla vazgeçmemek…
Şunu yazdı;
“En radikal devrimci bile devrimden sonraki gün muhafazakâr olacaktır.”
Bununla, şunu kastediyordu;
Eleştirel, düşünmeyi bırakan kişi;
Sevdiği veya inandığı şeyler hakkında bile olsa, çoktan “kaybetmiştir.”
“Totalitarizm,” sessizce başlar…
Şiddetle değil, yorgunlukla…
Sadece başka tarafa bakma isteğiyle…
Hannah Arendt, 1975’te New York’ta öldü.
Yine de sesi bugün her zamankinden daha yüksek;
“Düşünme, kapasitenizi koruyun…”
Soru sorun.
İnceleyin.
Fark edin.
“Gerçeği umursamayı bıraktığınız an; Önemli olan, her şeyi kaybedersiniz.”

Hannah Arendt
Doğum: 14.10.1906
Ölüm. : 04.12.1975
Doğum adıyla Johanna Arendt, Alman asıllı Amerikalı tarihçi ve filozoftur.
20.yüzyılın en etkili siyaset kuramcılarından biri olarak kabul edilir.
Eserleri geniş bir konu yelpazesini kapsamakla birlikte, en çok servet, güç ve kötülüğün doğası, ayrıca siyaset, doğrudan demokrasi, otorite, gelenek ve totalitarizm üzerine yazdıklarıyla tanınır.
Ayrıca, Adolf Eichmann’ın yargılaması etrafında yaşanan tartışmalarla, sıradan insanların totaliter sistemlerde nasıl rol aldıklarını açıklama çabasıyla ve “kötülüğün sıradanlığı” ifadesiyle hatırlanır.
Adı;
Dergilerde,
Okullarda,
Bilimsel ödüllerde,
İnsani ödüllerde,
Düşünce kurulunda
Caddelerde,
Yer almakta…
Pullarda,
Anıtlarda,
Yer bulmakta…
Ve onun düşüncesini anan diğer kültürel ve kurumsal işaretlere de bağlanmaktadır.
https://tr.wikipedia.org/wiki/Totalitarizm
Turan ÇATAL
Araştırmacı Gazeteci-Yazar

Yorumlar
Kalan Karakter: