Gaziemir Belediye Başkanı Halil İbrahim ŞENOL, 10 Kasım 1959 tarihinde İzmir’ in Gaziemir ilçesinde doğdu. İlk ve orta öğrenimini Gaziemir’de tamamlayan Şenol, o yıllarda ünü Türkiye geneline yayılan Namık Kemal Lisesi’nden başarılarla dolu bir eğitimden geçerek diplomasını aldı.
1982 yılında Adana İktisadi Ticari İlimler Akademisi Mühendislik Birimleri Fakültesi Makine Mühendisliği bölümünden mezun olan Halil İbrahim ŞENOL, Profesyonel sporculuğu nedeni ile, Konak Belediyesi Spor Kulübü Başkanlığı’ nı da başarıyla yürüttü.
İlk 2009 yılında seçilerek Gaziemir Belediye Başkanlığı görevine gelen başkan, ikinci defa halkın sevgisini alarak geldiği Belediye Başkanlığına devam ediyor.

Halil İbrahim Şenol, evli ve bir erkek evlat sahibidir.
Gerek basından, gerekse halk ve kamuoyundan ününü duyduğumuz , Başkan Halil İbrahim Şenol’u Halkın tabiri ile ‘’ HALİL İBO ‘’yu uwww.gazetemizmir.com adına yakından tanımak istedik.
Tanışmamız tabi ki sevgili başkanın önemli bir talebinden kaynaklandı.
Araştırmacı bir gazeteci olarak ikamet ettiğim BUCA ‘nın Tarihi ve Kültürel çalışmalarını yürütüyor, ‘’ BUCA TURİZM KENTİ OLMALIDIR ‘’ başlığı altında www.gazetemizmir.com da yazı dizisine başladım, TRT Kent Radyo’ da konu ile alakalı her hafta program yapıyordum.

Başkan ŞENOL;
İlk defa böylesine ciddi bir çalışmaya şahit olduğunu, tarihin GAZİEMİR ( Seydiköy ) den başladığını, Şirinyer Buca’da bulunan Roma döneminden kalan Su yollarının Melez Çayı üzerinde kurulu olduğunu, Melez Çay’ının kaynaklarının da Gaziemir’de bulunduğunu, Büyük İskender, Dünya’da İncil ve Kuran’dan sonra en çok okunan kitaplar İLYADA ve ODESİA’nın yazarı HOMEROS’un Seydiköy’de doğduğu, hatta Meles Çay’ından aldığı ikinci isminin MELESİGENES olduğu gezginler tarafından söylenmektedir.
Osmanlı Döneminde Levantenler, Cumhuriyet Döneminde , özellikle Mukabele yıllarında GAZİEMİR’in tarihteki yeri aşikardır.
18 Haizran 1934 ‘te Patişah 2’nci Abdulhamit tarafından, İzmir Belediye’sine Seydiköy’de Belediye şubesi açılması için izin verilmiştir.
Gaziemir Tarihi demek, İngiliz Kraliçesi Elizabet’in dediği gibi , Avrupa’ya Güneşin Doğduğu yerdir.
Buyurun Belediyemizi ziyaret edin, Tarihi ve Kültürü GAZİEMİR’den başlatalım ricası üzerine
Bizde bu daveti kırmayarak icap ettik sayın başkan ŞENOL ile görüşmeye.
Tam 5 saate yakın sürdü söyleşimiz.

Gaziemir’in Tarihi ve Kültür’ünü gazetemizde seri yazı dizisi halinde yayınlayacağız. BU sayıda ancak spotlar ( Özetlerle ) geçeceğiz.
Zira 5 saatlik söyleşimizde bir gazeteci olarak HALİL İBO’yu görüp, dinleyip, yaşadıklarımı anlatmazsam yazı dizimiz eksik olacak.
Gazetemdeki Köşemde gözlemlerimin satır başlarına bir miktar vurgu yaptım, ama mümkün değil bu kadarı ile anlatmak başkanı.
Öncelikle, göreve geldiği ilk dönemde Gaziemir’e harika bir Belediye Sarayı kazandırmış, Saray diyorum, bu saray diğerlerinin ki gibi değil, Üniversite İlim yuvası adeta.
Her köşesini kendi planlamış, Gördüğüm Konferans salonu fiziki yapısının yanında en az üç dil çevrimi yapılabilecek teknolojik yapıya sahip.
En dikkat çekici taraflarından biri, halkın işini çabuk görebilmesi için, idari katların haricinde daireler oluşturmuş ve Engelli vatandaşlarımızı unutmamış, kabartma yol haritaları yaptırmış giriş bölümlerine ( İlk defa şahit oluyorum resmi bir kurumda).
Engelsiz vatandaşlarımızın da iş takibinde kolaylık için, Navigasyon haritası yerleştirmiş, şikayet telefonlarını da ilave ederek.
Başkan’ın Doğa,Hayvan sevgisi, Sanat ve Sanatçıya verdiği önemi köşe yazımda belirttim. Oralara girmek istemiyorum.
3000 Öğrenci ve 70 Öğretmeni Belediye olarak istihdam etmesi dikkati çeker bir proje, İzmir’in en planlı ilçesi olduğunu özellikle vurguluyor, yine İzmir’de ilk Gıda Bankasını kurmuş. Semt evleri ile Beceri kursları başkanın en çok üzerinde durduğu projeler ve Gaziemir’in her köşesine uygulamış projesini.
Daha ilginci Makamında koltukta oturmayı sevmiyor.

Kitap okumak ve Spor olmazsa olmazlarından.
Tarih ve Kültür dedi mi akan sular duruyor. En büyük hayali, 310’uncu yıllarda Seydiköy’de Avrupa’nın birinci, Dünya’nın dördüncü Botanik bahçesinin bulunduğunu, bu projenin bir gün hayata geçirilmesi için uğraşı verdiğini sık sık dillendiriyor.
Halil İbrahim Şenol başkanı bir çırpıda anlatmak yetmez.
dizimizin, bir bölümünü günümüz Gaziemir’ine ayırarak, yapılan hizmetleri eş güdümlü olarak www.gazetemizmir.com ‘un sayfalarında anlatacağız.
YAZI DİZİMİZE BAŞLAMADAN ÖNCE KISACA İZMİR’İN TARİHİNE KISACA BAKMAK GEREKİR.
**** İzmir’in ilk yerleşim alanı ; yaklaşık 8-9 bin yıl öncesinde bilimsel olarak Neolitik dönem olarak adlandırılan tarih diliminde Bornova’da bulunan Yeşilova’da kurulduğu düşünülmektedir . İzmir’lilerin bu coğrafyada yaklaşık 1500 yıl kadar yani Kalkolitik dönemin sonuna kadar yaşadıkları düşünülmektedir.
**** Kentin ikinci yerleşim alanı ; Bayraklı’dır.Tepekule’de bulunan antik yerleşimin izleri 5000 yıl öncesine kadar dayanır.
Bayraklı, (Tepekule) MÖ 7. Yüzyılda 12 Ion kentinden bir tanesidir, görkemli bir Athena tapınağına sahiptir ve ticaretle uğraşmaktadır.
**** İzmir’in üçüncü yerleşim alanı ; MÖ 4. yüzyılda esas olarak bugün Kadifekale olarak bildiğimiz bölgeye taşınmıştır.
Elbette her kentin antik dönemde bir kuruluş efsanesi vardır:

Rivayet edilir ki Büyük İskender Kadifekale eteklerinde bir pınar başında ve bir çınar ağacının altında uykuya dalar. Rüyasında iki Nemesis gelerek bulunduğu bir yerde bir kent kurmasını ve halkın buraya göç etmesini salık verirler. Uykusundan uyanan Büyük İskender tanrıçaların bu isteğini bölgenin en ünlü kehanet merkezi olan ve Klaros’ta ( günümüzde Ahmetbeyli ) bulunan Apollon tapınağındaki kahinlere sorar.
Tanrı Apollon Smyrna’ lılara Kutsal Meles’in (Gaziemir’den kolları çıkan, Buca, Şirinyer, ve Yeşildere’den geçip, Bayraklı’dan körfeze dökülen Melez Çay’dır) ötesindeki Pagos (günümüzde Kadifekale olarak bilinen bölge) tepesinde oturacak olanlar eskisine göre üç dört kat mutlu olacaklardır yanıtını verir.
İşte bunun üzerine kentin Bayraklı Tepekule’den MÖ 4. yüzyılda yani Hellenistik dönemde Kadifekale eteklerine taşındığı bilinmektedir.
Kent Kadifekale eteklerine taşındıktan sonra ,Bugün İkiçeşmelik yokuşundan çıkarken sol tarafınızda göreceğiniz Agora Kazıları olarak bilinen alan kentin devlet agorasıydı.
Büyük İskender ile başlayan Hellenistik dönemi tüm coğrafyalarda olduğu üzere İzmir’de Roma, Bizans ve Osmanlı dönemleri izler. Roma ve Bizans dönemleri İzmir’de çok parlak ve akılda kalıcı olmamıştır.
Osmanlı hakimiyeti ile kent yeniden bir ivme yakalar. Kentin kesin olarak Osmanlı egemenliğine geçişi 15. yüzyıla denk gelir.
17. yüzyıldan itibaren kent çok ciddi yükselişe geçti. Gelişen ticaretle birlikte kentin farklı bir mozaik yapısı da oluşmaya başladı. Batıdan Doğuya ticaret yapmaya gelen Levantenler, Ortodoks Rumlar, Ermeniler, Yahudiler ve Müslüman Türklerden oluşan bu mozaik hoşgörüyle bir kent kültürü oluşturdu. Ticaret bu farklı etnik kökenleri, kültürleri, dinleri hem birleştirdi hem de zenginleştirdi.

Seydiköy’den Gaziemir’e
Tarihsel olarak Helenistik, Roma ve Bizans çağlarının yaşandığı tahmin edilen Gaziemir’in geçmişteki isimleriyle ilgili çeşitli bilgiler bulunuyor. Yunanlı yazar Nikov Kapapa “To Eebntikıoı” (1964) adlı kitabında yerleşimin isminin Sedikui, Sevdköi, Sewdi - Keui, Sedi - Keui, Sediccuil, Sedeauei, Cedicueil, Sedikueu, Sevedikeui, Sediköe ve Seydiköy olarak kayıtlara geçtiğini anlatır.
Türk kayıtlarına göre ise bölge ismini Türklerin İzmir’e yerleşimi ile başlayan Aydınoğlu döneminde Gazi Umur Bey’in komutanlarından Seyd-i Mükremüddün’den alır. Emir Çaka Bey’in İzmir’i almasıyla başlayan İzmir’deki Türk yerleşimi Aydınoğulları döneminde daha da artar. Seydiköy'de bulunan ve kuruluş tarihi kesin olarak bilinmeyen Seyyid Mükremeddin Zaviyesi ve Dizdar Hasan Ağa vakfiyesi bir cami ve çeşme, buradaki ilk Türk yerleşiminin çekirdeğini oluşturur ve bunların ilki yerleşime ismini vermiştir. Seydiköy Türk yerleşimi ile ilgili en erken tarihli belge 1530 tarihli "tapu tahrir defteri"dir ve Seydiköy'ün Konya'dan göçmüş Yörük boyları taradından kurulmuş olduğuna işaret eder.
Not; Detaylar bir sonraki sayıya.

MELES ÇAYINI ANLATMADAN, GAZİEMİR ( SEYDİKÖYÜ ) ANLATAMAZSIN.
Meles çayı Herodos’un doğduğu yer kabul edilir gezginlerce.
Tarihi Meles çayı 3 koldan Gaziemir’den doğar, BUCA, Şirinyer’den geçer, Bayraklı körfezden denize dökülür.
İzmir Kenti’yle ilgili tarihi kitaplar incelendiğinde, Meles Deresi adına sıklıkla rastlanmaktadır. Antikçağdan yirminci yüzyıla gelinceye kadar önemini koruyan Meles Deresi’nden yazarlar; ‘kutsal kabul edilen dere’ olarak bahsetmekte, Homeros’un adının Meles ile birlikte anıldığını bildirmektedir.
YİRMİNCİ YÜZYILA KADAR OLAN SÜREÇTE MELES DERESİ İzmir Kenti’ne bakıldığında kentin 5000 yıllık geçmişinden sürekli övgüyle söz edir.
Tarihi kitaplar incelendiğinde sürekli bir akarsuyun adından söz edilmektedir.
Tarihçi Strabon’un ifadesiyle ‘kentin yanı başından akan’ ve ‘Nehir Tanrısı’ olarak tapılan bu dere, tarihte kutsal kabul edilen, günümüzde su kanalı görüntüsü veren Meles Deresi’dir.
İsa’dan altı yüzyıl önceye, yani İzmir Kenti, körfezin kuzeydoğusunda bulunduğu zamana ait bir Homerik ilahide, Artemis’in atlarını, sazlar arasından denize akan Meles Deresi’nde suladığından söz edilmektedir. İsa’dan beş yüz yıl önce yaşamış olan Miletos’lu Hekateus, İzmir Körfezi’nin adının önceleri Meles Körfezi olduğunu ileri sürmektedir .
Aristoteles, Homeros’un Meles kıyılarında doğduğunu, doğumdan sonra annesi ölen Homeros’u Lidya Kralı’nın büyüttüğünü ve ona doğduğu yeri vurgulayan ‘Melessigenes’ (Meles’in oğlu) ismini verdiğini söylemektedir.
Roma İmparatorluğu sırasında basılan paralarda Homeros elinde çalgı ve ot demeti tutmuş, yan yatmış olarak gösterilmektedir. Helen Irmak Tanrılarının özelliği olan boynuz içinde çiçek demetinin Meles Deresi Tanrısı’nda bulunması dikkate değerdir.
Homeros, Meles Deresi’ni tanımlarken, derenin çevredeki çaylarla beslendiğini ve kent kıyısında, içinde kayık gezdirilebilecek bir göl oluşturduktan sonra, çamlıklar arasından akarak denize ulaştığını anlatmaktadır.
Büyük İskender, İzmir’i şimdi bulunduğu yerde kurduracağı zaman, Apollon Tapınağı kahinine başvurmuş ve ‘Kutsal Meles’in gerisindeki Pagos’ta (Kadifekale) oturacak olan insanlar, eski kentte oturanlardan üç kat, dört kat daha mutlu olacaklar!’ yanıtını almıştır İlkçağın ünlü coğrafyacısı Strabon, Meles’in kentin surları dışından aktığından söz etmektedir.
Plinius, İsa’dan kırk yıl sonra yazılarında İzmir’den söz ederken, ‘yakınında kaynayan Meles Suyu ile ünlüdür’ demektedir.
Bornova Camisi’nde bulunan bir yazıtta, ‘Beni kurtaran Meles Tanrısını överim. Onun sularında yıkanarak hastalıktan kurtuldum’ denilmekte ve Meles Deresi kutsallaştırılmaktadır.
İsa’dan sonra 172–245 yılları arasında yaşamış olan Philostratos, Meles’in ağaçlıklar ve otlaklar arasından aktığını, yüksekçe bir yerden çayı, bir bakışta boylu boyunca görmenin olası olduğunu söylemektedir.
Yaşamını İzmir’de geçiren, Roma döneminin ünlü söylevcisi Aristides, Meles Deresi’ni şöyle anlatmaktadır: ‘Deniz perilerine ismini veren Meles, kentin kapıları önünde kolunu uzatır. Kaynadığı yer, denize doğru suları akan bir hamamdır (Diana Hamamları). Meles mağaraların, evlerin ve koruların arasından geçip gider. Meles çağıldamaz, dalgaları sessizce denize kavuşur. Bazen denizin dalgaları köpürünce Meles’in dalgaları geri bile çekilir.
Meles’in her tarafı balıkla doludur. Yaz, kış aynı seviyededir. Ne kurur ne de kükrer. Meles serseri değildir, yatağını terk etmez .
İzmir, on yedinci yüzyılda Anadolu’ya gelen Uzak ve Ortadoğu bağlantılı kervan ticaret yollarının son durağı haline gelmiştir. Meles Deresi üzerindeki Kervan Köprüsü İzmir’in aynı zamanda giriş kapısıdır.
Asya’dan kervanlarla gelen mallar Meles Deresi’nin üzerinde bulunan Kervan Köprüsü’nde boşaltılmakta, değiş tokuş yapılarak yeni mallarla geri gidilmektedir. Devlet bu kervanların getirdiği mallardan vergi almakta, ancak; kervanlara ait develer ve diğer hayvanlar Osmanlı Sultanının çayırlarından vergi işlemleri bitene kadar yararlanmaktadır .
Kervan Köprüsü Meles Deresi’nden bahsedip de Kervan Köprüsü’nden söz etmeyen gezgin çok azdır. Köprü gezginlere göre, İzmir’in sayılı ilginç noktalarından biri kabul edilmektedir ve uzun yıllar en önemli mesire yeri olmuştur. Anadolu içlerinden gelen yolun İzmir’e giriş noktası olan Kervan Köprüsü yabancıların da gezinti yeridir.
İzmir’lilerin oraya hava almak ve geçen develeri seyretmek için gittikleri söylenmektedir . Müslümanlar Cuma günü, ‘tatil günü’ gelirlerse de Joseph Michaud, suların ve gölgelerin serinliğini tatmak için, gündüzün sıcağında da gelindiğini belirtmektedir. Hıristiyanlar da haftanın yorgunluğunu çıkarmaktadır. Rehber Quetin, ‘Pazar Hıristiyanların buluşma günüdür’ demektedir .
İngiliz gezgin Sir Charles Fellows köprüyle ilgili gözlemlerini “Burası çok güzel bir manzaraya sahip ve İzmir’e gelen – giden malların develerle taşındığı ilginç bir yer. Devlet buradan geçen mallardan vergi alıyor ve bunun karşılığında develer, Sultana ait çayırlardan yararlanabiliyor. Aralıksız olarak gelen develer vergi işlemi bitene kadar burada bekliyor; bu anda ortaya çıkan resim görülmeye değer,” diyerek ifade etmektedir .

Maxime Du Camp,
Meles ve Kervan Köprüsü’nü tarif ederken, “Kervanlar Köprüsü Kentin doğusundadır. Burası, bildiğim en güzel yerlerden biridir. O, Asya’dır; düşlediğimiz gibi olan gerçek Asya’dır. Söğütlerin altından Meles akar. Eskiden bu suyun kamışları arasına, bir köle kadın bir çocuk bırakmıştır ki; bu Homeros’tur. Bu dere küçük bir taş köprünün altında tatlı tatlı şırıldar; kıyısında leylekler, çamuru uzun gagalarıyla karıştırırlarken, büyük yeşil bitkiler, nilüferler, suyun yüzeyinde yayılırlar; kaplumbağalar akıntıyla yön değiştirirler. Öte yandan bir Türk Mezarlığı vardır, yüksek, gür serviler tek tip mezarları kaplar. Oradan birkaç adım ötede, çakıl taşlı bir kumsalda, kervanlar yüklerini bırakırlar. Burası kervanlar için sürekli bir geçiş alanıdır ve her biri kendi hedefine doğru yola koyulur: İran’a, Suriye’ye, Mısır’a doğru, Binbir Gece Masallarının bütün parlak ülkelerine doğru…” .
Gezginler ancak Kervan Köprüsüne geldiklerinde hayallerinde kurdukları Doğu’yu görebilmektedir. Kervan Köprüsü’ne gelen Maxime Du Camp, Doğunun merkezinde olduğu izlenimini edinmiştir. Doğu ona ilk kez düşlediği gibi görünmektedir. ‘Bu Asya’dır, düşlediğimiz gibi olan gerçek Asya’dır.’ diyerek bu durumu belirtmektedir. Kont Joseph d’Estourmel; ‘Kervanlar, hemen hemen hiç ara vermeksizin, adlarını taşıyan köprünün üzerinde birbirlerini izler. Orada, çeyrek saatten daha az bir süre içinde yüzden fazla deve saydım.’ diye tanımlamaktadır. Botanikçi Charles Martin, derenin iki kıyısındaki bitki örtüsünün farklı olmasının da, bu yerin birbirinin karşıtı olan ikili niteliğini yansıttığını belirtmektedir. Kent tarafında, suyun kıyısında, söğütler, çınarlar, dutlar ve yuvarlak biçimli, yaprakları hareketli ve değişik olan daha başka ağaçlar vardır; karşı kıyıda, çok eski, kara, hareketsiz, birbirine yanaşmış servilerden oluşan, çıplak, büyük dallardan meydana gelmiş iç iskeletini yer yer göstermiş bir orman yükselmektedir .


Yorumlar
Kalan Karakter: