Bazı hikâyeler vardır ki, insanın kalbinde bir sızı bırakırken aynı anda umut da verir. Anka kuşu hikâyesi, bizlere tam olarak bu duyguyu hissettirir. Çünkü Anka, sadece efsanevi bir kuş değil; insanın düştükten sonra daha güçlü ayağa kalkmasının simgesidir.
Hikâyede anlatıldığı üzere Anka kuşu uzun yıllar yaşar, çok yorulur ve sonunda uçamaz hâle gelir. Sonunu beklemek yerine yuvasını yakar ve kendini ateşe atar. Her şey bitti sanılırken, küllerin arasından daha güçlü, daha canlı bir Anka doğar.
Hepimiz hayatın bir yerinde yanıyoruz. Hayallerimiz, güvenimiz, bazen de kendimiz… Bir hayal kırıklığında, bir kayıp yaşadığımızda ya da bir sınavda. O an her şey bitmiş gibi gelir ama Anka kuşunun hikâyesi aslında tam da o anda başlar.
Anka kuşu başına gelen felaketlerle değil, kendi iradesiyle ateşe girer. Çünkü değişmek cesaret ister; eski hâlini geride bırakmadan yeni bir hayata başlamak mümkün değildir. Küller, acıların sembolü olduğu kadar yeni başlangıçların da toprağıdır.
Bir Anka kuşu değiliz belki ama hepimizin içinde, yanınca yok olmayacak bir parça vardır. Mesele, o parçayı fark edebilmektedir.
Ben de bir Anka kuşu değilim ama yandığım yerleri, küllerimin üzerinden kimlerin geçtiğini unutmadım. Küllerimin arasında oturup uzun süre kalkamadığım zamanlar oldu; zor, sessiz ve kimsenin yanımda olmadığı zamanlar… Sonunda kendi küllerimden doğrulup sessizce yeniden doğmaya karar verdim. Bazı şeyler yaşandıktan sonra kelime istemez; anlamak isteyen, sessizliğinden anlar.
Unutmayalım ki ateşten geçen insan bir daha eskisi gibi susmaz ve yanmaktan korkmaz. Yanmış olman, küllerinden daha güçlü doğman içindi. Bunu da sakın unutma..!

Yorumlar
Kalan Karakter: