RUH, BEDEN, ZİHİN, TARIM...
Reklam
Gülnur İpin Harbek

Gülnur İpin Harbek

Uzman Klinik Psikolog
  • Instagram

RUH, BEDEN, ZİHİN, TARIM...

14 Mart 2021 - 14:29

Tarım, bir ülkenin kendi topraklarında söz sahibi olması demektir. Bir ülkede eğitimdeki başarı için doğru beslenme, sağlık hizmetlerindeki başarı ve sağlık giderlerinin azalması için doğru beslenme, ekonomideki başarı için tarımda milli bağımsızlık şart.

Bu sebeple ekonomi reform hareketinin başına alınması gereken madde tarımda kalkınma olmalıydı bana kalırsa.

Açıklanan tarım reform paketinin zemininde Sürdürülebilir Tarım için Sözleşmeli Üretim Modeli var. Kapitalizmin köylülüğü tasfiye etme, küresel sömürgeciliği kurumsallaştırma aracı olarak yerli, yabancı şirketlerin üretimden tüketime her aşamaya egemen olması anlamını taşıyor sözleşmeli tarım.

Daha da geriye gidelim. 31 Ekim 2006 yılında çıkarılan 'Tohumculuk Kanunu' ile sertifikalı tohum çiftçimizin eline tutuşturulduğunu hatırlayalım. Ata tohum ekilmesi yasaklandı, bitki çeşitliliğinin tescili, standart tohumluk çeşit kaydı, genetik kaynakların kütüğe kaydedilmesi adı altında. Sertifikalı tohum sahibi kim, küresel hegemonyalar.

Nedir bu sertifalı tohum. Tüm dünyanın tarih boyunca gözünün üstünde olduğu Türk buğdayı kavılcanın ıslah çalışmaları ile hibrit laboratuvarlarında melezleştirilmiş yani GDOlu cüce buğday dediğimiz buğday.

Doğal genleri milyon yıllık süreçte tanıyan insanoğlunun, hızlıca yeni oluşan genleri tanıyamadığı için vücut dengesinin bozması kaçınılmaz değil mi?

Genetiği ile oynanmış bu buğdayın yapısındaki protein değişti. Saldırgan bir gluten meydana geldi. Uzmanların dediği gibi, günümüzün uyuşturucusu, zehri adeta. Kan şekerini hızla yükseltiyor, insülin salımını artırıyor, kan şekerini düşürmesi ile tekrar acıkma ve ardından insülin direncini meydana getiriyor. Diğer taraftan bağarsak yapısını, mukozasını bozuyor. Obezite, diyabet, kanser, çölyak gibi metabolik rahatsızlıklara davetiye çıkarıyor.

Annelerimiz unutmasınlar açtıkları hamur, fırına sürdükleri börek, kek kendi analarının atalarının Anadolu toprağından toplanan ata tohumundan üretilen buğday unundan değil.

Boğaça, börek, gevreği adım başı karşınıza çıkan herhangi bir fırından temin etmek kahvaltı alışkanlığımızı oluşturuyor.

Sabah kahvaltısı kadar dikkatimiz odaklı konsantrasyonumuz duru, zihnimiz açık oysaki.

Sabah saatlerinde bir kaldırımlarda düğümlenmiş poşeti olmayan yok denecek kadar az insana rastlarsınız. Ellerinde beyinlerini taşıyor gibiler. Az biraz sonra uyuşmuş beyni taşıyan kum torbalarına dönüşecektir vücutları, hantal ve koordinasyonsuz. Konuşurken savruk, trafikte dikkatsiz, ayakta duramayacak kadar halsiz.

Odaklanma, karar verme, planlama, organize olmayı gerektiren işlerde başarı, eleştirel düşünme, sorgulama, yaratıcılık becerisinin gelişmesini beklediğimiz yeni neslin tabağına ne koyuyorsak çıktısı o kadar ürün olacaktır.

Beyin gelişimi için yağ ve protein şart. Akdeniz kültürü ile harmanlanmamıza rağmen Omega 3 yani deniz ürünlerinden zengin beslenmiyoruz. Japon ve Güney Kore'nin beslenme politikasını benimsemek lazım. Asla çocuklarını hamur ile uyuşturmuyorlar. Temel besin balık ve balıkyağı. Yani beyin miyelizasyonunun artışı için olmazsa olmazlar.

Diğer bir mesele ruh sağlığı. Prof Dr. Nevzat Tarhan'ın ifadeleri ile söyleyeceğim, ruh sağlığı eşittir beyin sağlığıdır. Beyin ile bağırsak konuşur, beynin yüzde beşinde bulunan mutluluk hormonu seratonin, bağırsak mukozasında da yer alır. Seratonin üretiminin baskılanması eşittir, dikkat, öğrenme kadar olumlu duygudurumun baskılanması demek. Depresyon ve kaygı bozukluklarının toplumda artışının sebebi stres faktörleri kadar sebep olduğumuz fizyolojik yatkınlık.

Yani, giyindiğimiz ve göründüğümüz değil yediğimiz kadarız. Vitrinimizi süslemeye ve diğer lükslerimize ayırdığımız zaman, emek, para kadar hatta daha ötesi özen istiyor beslenmemiz. Beslenme, besin kaynaklarının besin değerinden yararlanmak demek, karın doyurmak, tokluk hissinin hazzını tatmak değildir yalnızca.

Önleyici ve koruyucu hekim olan, tarım, besin, beslenme politikamıza radikal düzenlemeler gelmedikçe, kendi bireysel, ailesel, çevresel beslenme prensiplerimiz ile ancak korunabiliriz. Tıpkı herkesin benzer metobolizmaya, mikrobiyota ve bağışıklığa sahip olmaması sebebiyle, pandemiden eşit oranda etkilenmemesi gibi. Yani yediğimiz şeyden bizi koruyan hiç bir sistem yok. Vatandaş olarak market raflarından aldığımız ürünün içeriğinin ne olduğunu bilerek satın almak zorundayız. Yoksa genç nüfus ile hatta anne karnında başlayan hastalıklarla, yaşam boyu süren ruhsal bozukluklarla mücadele etmeye devam edeceğiz.

Bedeniniz sahiplendiğiniz anavatanınız nefesiniz gökyüzünüz olsun.

Gülnur İpin Harbek
Uzm.Klinik Psikolog
@uzm.psk.gulnuripinharbek

YORUMLAR

  • 0 Yorum