Ortadoğu'da barut fıçısı bir kez daha patladı. İsrail’in İran’ın nükleer tesislerine düzenlediği saldırılar, yıllardır süre gelen gerilimi bir kez daha sıcak çatışma eşiğine taşıdı. İran’ın buna cevabı ise doğrudan küresel ekonomiyi hedef aldı: Hürmüz Boğazı geçici olarak kapatıldı.
Bu hamle, enerji damarlarına sıkılan bir mengene gibi. Çünkü Hürmüz Boğazı’ndan günde yaklaşık 20 milyon varil petrol ve dünya LNG arzının dörtte biri geçiyor. Hürmüz kapanırsa sadece Ortadoğu değil, dünya enerji sisteminin dengesi alt üst olur. Brent petrol fiyatı 100 dolar eşiğini geçti bile. Sırada ne var?
Petrol Sıçrar, Etiket Uçar
Türkiye için bu tür jeopolitik gerilimlerin doğrudan karşılığı “zam” olabilir. Çünkü biz enerji ithalatçısı bir ülkeyiz. Akaryakıttan sanayiye, doğalgazdan ulaşıma kadar her alanda dışa bağımlılığımız yüksek. Dolayısıyla uluslararası piyasada yaşanan her dalgalanma, birkaç hafta içinde market rafına, fatura kutusuna yansır.
Özellikle doğalgaz ve petrol fiyatlarındaki artış, cari açık üzerinde baskı yaratır. Enflasyonist ortam daha da kızışabilir. Zaten yüksek seyreden gıda ve enerji fiyatları, halkın alım gücünü zorlarken, üretim maliyetlerini de yukarı çeker.
Ancak burada tabloyu sadece karartmak da haksızlık olur. Türkiye son yıllarda LNG ithalat altyapısını güçlendirdi. FSRU gemileri, yeni boru hatları ve enerji çeşitliliğine dönük projeler, bu tür krizlerde bir tür tampon işlevi görüyor.
Jeopolitik Risk mi, Stratejik Avantaj mı?
Krizler, aynı zamanda pozisyon alma zamanlarıdır. Avrupa, Rusya-Ukrayna savaşı sonrası enerji güvenliğini yeniden kurgularken, Hürmüz gerilimi de bu süreci daha karmaşık hale getiriyor. Türkiye, doğu ile batı arasında enerji geçişinde “köprü” olmakla kalmıyor, aynı zamanda güvenli liman rolü üstlenebilir.
Bu süreçte Ankara'nın diplomasi kanallarını açık tutması, hem enerji güvenliğini hem de dış ticaret dengesini korumak adına kritik önemde. Ayrıca kamu politikalarında stratejik rezerv planlarının ve enerji verimliliği projelerinin önceliklendirilmesi gerekiyor.
İran’ın Hürmüz Boğazı üzerindeki etkisi sadece bir askeri hamle değil; küresel bir mesajdır. O mesaj şudur: “Dünyanın enerji düzeni benim elimde kilitli olabilir.” Bu mesajın yankıları, Washington’da da, Brüksel’de de, Ankara’da da dikkatle izleniyor.
Türkiye’nin bu dalgalı denizde sarsılmadan ilerleyebilmesi, sadece teknik altyapıya değil, siyasi soğukkanlılığa ve ekonomik çevikliğe bağlı. Çünkü Hürmüz sadece bir boğaz değil; bazen dünyanın nefes borusu, bazen de krizlerin kilit taşıdır.
Ve şu anda o kilit, açılmak yerine sıkıca kapanmış durumda.
Son Söz: Hürmüz'ün Anahtarı Kimin Elinde?
İran’ın Hürmüz Boğazı üzerindeki etkisi sadece bir askeri manevra değil; küresel ekonomiye açık bir gözdağıdır. “Enerjinin damarı elimde” demek, sadece bir mesaj değil, uluslararası sistemin kırılgan noktalarını yeniden hatırlatmaktır.
Ancak bu denklemde unutulmaması gereken bir gerçek daha var: Türkiye artık sadece gelişmeleri izleyen değil, gelişmeleri yöneten bir aktör olma yolunda.
Enerji geçiş yollarının kavşağında, doğu ile batının kesişiminde duran Türkiye; krizleri fırsata çevirebilecek jeopolitik güce, bölgesel denge aklına ve stratejik vizyona sahiptir.
Hürmüz kilitlendiğinde dünya sarsılır ama eğer doğru adımlar atılırsa, Türkiye bu sarsıntının merkezinde değil, çözümün parçası olabilir. Ve bu kez sadece kendi çıkarlarını değil, bölgenin güvenliğini ve dünyanın enerji geleceğini de etkileyebilir.
Çünkü artık masada sadece enerji değil, Türkiye de var.
Sibel Arslan
Ekonomist &Mali Analist
Yorumlar
Kalan Karakter: