Türkiye’de genç nesil, eğitim sisteminin yarattığı boşluklar ile aile içi kopukluklar arasında sıkışmış, kimliğini bulmaya çalışırken aynı zamanda hayatta kalma savaşını veriyor. Tecrübe beklentisiyle kapıların kapandığı, beceri kazandırmayan bir sistemin içinde büyüyen bu gençler, geleceğe değil; yalnızca bugünün zorluklarına tutunmak zorunda kalıyor.
Türkiye’nin genç nüfusu uzun yıllardır ülkenin en büyük potansiyeli olarak görülüyor. Ancak bu potansiyelin gerçek anlamda değerlendirildiğini söylemek giderek zorlaşıyor. Bugün birçok genç; eğitim, aile ve toplumsal yapı arasında sıkışmış çok yönlü bir kimlik arayışı yaşıyor. Bu arayış, yalnızca kişisel gelişim süreciyle açıklanamayacak kadar derin, karmaşık ve çoğu zaman kırıcı bir deneyime dönüşüyor.
Eğitim sisteminin temel amacı çocukları hayata hazırlamak ve onları bilgi, beceri ve değerlerle donatmak olmalı. Fakat Türkiye’deki okulların önemli bir kısmı, bu amacı karşılamakta ciddi zorluklar yaşıyor. Teorik bilgi yüklemesi üzerine kurulu eğitim modeli, gençlerin analitik düşünme, problem çözme, iletişim ve uygulama yeteneklerini yeterince geliştiremiyor. Sınav odaklı sistem, öğrenciyi bir yarışta koşmaya zorluyor; fakat koşunun sonunda vardığı noktada bir karşılık bulamayınca hayal kırıklığı kaçınılmaz hâle geliyor. Gençler, yıllarca süren eğitim hayatlarının sonunda çoğu zaman kendilerini “hayata hazır olmayan ama mezun” bir birey olarak buluyor.
Aile yapısındaki dönüşüm de gençlerin yaşamını derinden etkiliyor. Modern hayatın getirdiği ekonomik baskılar, ebeveynlerin yoğun çalışma temposu ve iletişim eksikliği, gençleri duygusal anlamda yalnızlaştırıyor. İlgisizlik, sevgisizlik ya da yanlış yönlendirme, özellikle ergenlik döneminde kimlik gelişimini zayıflatıyor. Desteklenmeyen, anlaşılmayan ya da beklentilerle baskılanan genç, çoğu zaman ya içe kapanıyor ya da kendini ifade etmek için riskli yollar deniyor. Bu ortam, kimi zaman suça yönelme, kimi zaman mutsuzluk ve umutsuzluk şeklinde sonuçlar doğuruyor. Bir genç için aile desteğinin yokluğu, toplumsal hayatta tutunma çabasını daha da kırılgan hâle getiriyor.
Üniversiteye adım atıldığında ise sorunlar bitmiyor; aksine farklı bir boyuta taşınıyor. Fakültelerde verilen eğitim çoğu zaman sektörün ihtiyaçlarıyla örtüşmüyor. Gençler mezun olduklarında iş dünyasının kapıları onlara “tecrübe yok” gerekçesiyle kapanıyor. Bu çelişki, onların kendilerini yetersiz hissetmesine neden olurken, diğer yandan modern dünyanın sert rekabet koşullarında ayakta durmalarını güçleştiriyor. İşverenler deneyim isterken, gençlere deneyim kazandıracak fırsatlar sunulmadığı için ortaya bir kısır döngü çıkıyor. Bu döngü, yalnızca bireysel değil; toplumsal ölçekte bir kayıp anlamına geliyor.
Gençler bugün çoğu zaman yalnızca bir iş ya da gelecek umudu değil; kendilerine değer verildiğini hissetmek, fikirlerinin ciddiye alındığını görmek ve potansiyellerini gösterebilecekleri bir alan arıyorlar. Ancak mevcut koşullar, onların bu ihtiyaçlarını karşılamakta yetersiz kalıyor. Kendine güveni zedelenmiş, motivasyonu düşmüş ve gelecek kaygısıyla kuşatılmış bir gençlik; ülkenin en önemli enerjisini barındırmasına rağmen kendine bir yol bulmakta zorlanıyor.
Toplumsal yapı ise gençlerin bu sorunlarla mücadelesini çoğu zaman göz ardı ediyor. Gençleri suçlu, tembel, sabırsız ya da sorumsuz olarak etiketlemek kolay; fakat bu etiketlerin ardında yatan gerçekleri görmek daha zor. Oysa bu nesil, hızlı değişen bir dünyanın içinde yönünü bulmaya çalışırken aynı zamanda ekonomik, sosyal ve kültürel baskılarla mücadele ediyor. Onlara yüklenen beklentiler çok yüksek, sunulan imkanlar ise oldukça sınırlı. Bu nedenle gençlerin yaşadığı kimlik bunalımı yalnızca bireysel bir kriz değil; toplumun geleceğini şekillendiren ciddi bir sosyal mesele hâline gelmiş durumda.
Gençlerin önünü açmak, yalnızca devlet politikalarıyla sınırlı bir konu değil; ailelerin iletişim biçimlerinden okulların müfredatına, iş dünyasının yaklaşımlarından toplumun gençlere duyduğu güvene kadar çok yönlü bir dönüşüm gerektiriyor. Gençlere erken yaşta beceri kazandıran, onları sadece sınavlara değil hayata hazırlayan bir eğitim modeli; tecrübesiz olsalar bile potansiyellerine güvenen bir iş ortamı; sevgi ve iletişim temelli bir aile yapısı; onları dinleyen ve değer veren bir toplumsal kültür, bu döngüyü kırmanın anahtarı olabilir.
Bugünün gençlerine alan açmak, yalnızca onları güçlendirmek değil; ülkenin geleceğini de sağlam temeller üzerine kurmak anlamına gelir. Çünkü bir ülkenin yarını, gençlerinin bugün kendini ne kadar güvende, ne kadar değerli ve ne kadar desteklenmiş hissettiğiyle doğrudan bağlantılıdır.
Son Söz:
“Gençlerimizin sesini duymak, yalnızca bir sorumluluk değil; geleceğe karşı verilmiş en önemli sözdür.”
Sibel Arslan
İktisatçı & Mali Analisr
Yorumlar
Kalan Karakter: