Farkında Olmadığımız Kavrayışların Eksikliğinde, Hangi...
Reklam
Nalan Yılmaz

Nalan Yılmaz

Esintiler...

Farkında Olmadığımız Kavrayışların Eksikliğinde, Hangi Anlayışla Yaşayabiliriz ki..?

22 Aralık 2014 - 17:15

Yakışır olmak isterken insan makamına, arınabildiğimizle beşeri sıfatlarımızdan,
Bedenimizin fakirliğinde O'ndan ayrı düşmüşlüğün harablığını görmeyen gözlerimizle için için tadarız...
Bilemeyiz ki karanlık bizim gözlerimizdedir, gönül gözümüzün karanlığında O'na giden yolların kuytularında,
Kendi ışığımızı yine kendimizin yakabileceğimizin bilgisizliğinde, nasıl da debelenip dururuz kör kuyularında dipsizliğin...
Öyle yücedir öyle geniştir ki içine koskoca evreni sığdırabileceği gönül bahçesi insanın,
Farketmemiz için orada bizi bekleyen inci tanesini göremeyiz
Aşağıladığımız, küçümsediğimiz yada kendimizi üstün gördüğümüz gönüllerin gölgesinde
Konuştuğumuzla dilimizin şahitliğinde herşeyi anladığımız zannıyla, bilemeyiz ki, kendi içsel kayıplarımızı yaşarken "İnsanın ağzından hiç bir söz çıkmaz ki yanında onu gözetleyici melek olmasın " Kâf/18 ayetini bir türlü hatırlayamayız...
Oysa seyreylerken bir kuru bedende sınırlı ben'imi şefkatiyle sınırsızlığının,
Olmasa da oldurmaya çalışarak, bilgiyle bilgece bu kuru bedenlerimizi yoğurarak nefsimizin tutsaklığında,
Ya Sen' deyken, Sen iken anlamaya çalışmak senimin etrafındakileri dışsallığın gösterişli boşluğunda,
Yada kaybolmuşluğun tam ortasındayken, saltanatlı hayatlar uğruna içimin en derinlerinin keşfini yaşayarak,
Nerede olduğunu kavramaya çalışırken, sana kavuşmanın özlemiyle, yanıp yanıp kavrulmak mı doğru olan?!...
Oysa geçerken bir bulut, akıtırken içini çimenlere toprağa olan özlemiyle, gözyaşlarında Sen!
Vurgun yemiş misali, dolanırken yokluğunun gecelerinde, Varlığının lezzetinden sürgünlerde uzak diyarlarda ben!
Sağnak sağnak yağmurlarındayım hasretinin
Vuslatını bekleyen....
Kırılgan hayatların ebruli dallarında üşüdüğümle umursamayarak,
Sensizliğin geç kalmış saatlerinde, ıssızlığın kimsesiz sandığımız sokaklarına dökülürken rahmetinin damlaları saatlerce....
Usumun varlığında yine Sen! Yine Sen!...
Bahşedilen kokularında güllerin gizli bahçelerinde uyanmak , haykırmak isteyen sessizliğimde benimle yine Sen!...
Benzeri olmayan varlığımızın, her bir zerresinin sadece görünenlerinde 'sen' sanırsın,
Yanılırsın....
Görünmeyenlerin görünür hale getirilmişliğiyle Adem de yine sen!...
Gözümün görebildiğiyle tüm kainat ve görünmeyen alemlerin hepsi, çokluğun detayları yine sen!
" Ben sizin bilmediğinizi bilirim" Bakara/30 ayetiyle işleyerek içimize...
Kâinatın özü, yaratılmışlığın en üstünü ademe nasıl da secde etmiş tüm melekler gaybın bütünlüğünde....
Ya bizler?!....
Aklımızın ve kibrimizin önderliğinde, yapışmışken sımsıkı bunalımlı kimliklerimize yada etiketlerimize ; bir türlü secde edemeyiz her biri O'ndan olan o gönüllerin önünde birbirimize
Anlayışlarımızın eksikliğinde..
Bir türlü öğrenemeyiz, bütün gayb ve kâinatın secde etmesiyle gururu okşanan Azazel gibi ; bize tapınılmasından duyduğumuz büyük hazlarla, oturduğumuz makamları doldurduk sanarak, kimselere eğilmek istemeyiz
Boş başakların sadece dik durabildiğini unutarak..
Göründüğümüz de içimizdir, görünmeyenimiz de...Biz' dir, Tek' dir diyemeyiz bir türlü
' enel hayır' olduğumuzun yanılgısında..
Çokluktaki görüntünün teklikteki yansımasının bilinciyle, birde yükselebilirsek adem makamına, tevhidin yansımasıyızdır görünürdeki nuruna....
Kapatabildiğimizde gören gözlerimizi duyan kulaklarımızı, açılabilirsek kendimizden ve nefsimizden açılabildiğimiz kadar
İşte o zaman işitebiliriz ve gerçekten görebiliriz doyumsuzluğunu manevi alemlerin...
Ve o yansımanın huzurunu,
Her bir insanın sadece bir nokta olduğunun bilinciyle,
Dokunabildiğimiz an birbirimizin yüreğine , aşksızlığımızla sevgisizliğimizle zayi etmeden
Nasıl da hissederiz her şeyin o noktadan sonsuzluğa uzanan elif gibilirliğini
Ve aslında tüm kâinata dokunmuş olduğumuzu
Elif olmadan hiç bir mânânın vücûd bulup nefes alamadığını, O dilemese kendini açığa vurmayı,
Tüm kelimelerin O'nu kavramakta nasıl da çaresiz kaldığını
Akıtırken nurunu özlerimizin içine yada şaşırtırken ihtişamıyla şaşkın bakışlarımızda
Yakıp kavuruculuğunu da tattırır bir anda sarsıntılarında..
Eserken usul usul rüzgarıyla yeşertirken kuru dalları bile, darmadağın da edebilir bütün tohumları toprağın bağrında
Dengeleyip, en güzel şekilde yaratırken kıvrımlarının eşsizliğinde, denk kılarken birbirine her şeyi en ince ayrıntısına kadar......
Biz ise harflerin kifayetsizliğinde, tanımlamaya çalışmakta O'nu nasıl da eksik kalırız, kendi varoluşsal özgünlüğümüzü yaşarken bilincimizde aldığımız her nefes ile,
'Hayat' ın hangi bilinçle alıp verdiğimiz nefes olduğunu, baktığımızda birbirimizin yüzüne her an
Ne üzücü ki bir türlü kavrayamayız..
Ne uzaklıklar katederek aramaya çalıştığımızda o kutsallığı, sırrın sembolü olan Kâbe' de Mekke' de
Asıl Kâbenin 'insanın kalbi' olduğunu özümseyemeyişimizle,
Tavaf ettiğimizde Kâbeyi, baka baka birbirimizin yüzüne, hiçlenerek kendi gönüllerimizin kutsallığına secde ettiğimizden bi haber orada olmanın hayalleriyle yanarız...
Özgürleştirmeden gerçek düşüncelerimizi, arındırmadan zihnin bulanıklığından, kaldıramayız aradaki perdeleri bir türlü
ENGEL olarak gördüğümüzle İHTİYACIMIZI...
Çünki düşünce ve kavrayışlarımızla erişemediğimizle O'nun gerçekliğine, en derin katmanlarında en ağır perdeleriyle boş yere savaşırız...
Hakim olamazken düşüncelerimize bile bu madde aleminde nefsimizin önderliğinde, kendimizi tanımaktan yoksun, terbiye edemediğimizle yüreğimizi
Yoğrulurken geçmişin gölgeleriyle yada geleceğin hevalarıyla boş evhamlarında Kudretiyle iradesinin her an korunduğumuzun sevildiğimizin farkındasızlığında
Nasıl bekleyebiliriz ki ateşlere atmadan kendimizi, O'na varmayı
Ve her ulaştığımızı sandığımızda hakikate; bir yol, bir yol daha açılırken önümüzde, sonsuzkere yolların başlangıcında
Bir türlü O olamayacağımızı, ancak ve ancak O'ndan olmaya çalıştığımızı
Başkalaşmadan aşkın ruhumuz O'nun aşkıyla, anlayamayız....
Sorularla açabileceğimiz perdelenmişliğimizin karanlığından, İlâhi düşüncenin ürürünü olan hallerimizle, sorularla süzüleceğimiz enemize
Kavrayışlarımızla ancak ruhun gerçekliğine erişebiliriz, gerçekliğin gerçekliğine varmanın imkânsızlığında,
Bolluk ve lezzet üzere planlanmış evrenin kucağında,
Tekâmülümüz oranında uyumlanabildiğimizle bütünleşebiliriz Varoluşla...
Kuşatılabiliyorsak Varoluşla , bizim sandığımız Yaratan'a ait tercihlerimizin seyirlerindeyken ancak tadabiliriz " Tanık" olmaklığımızı, özümüzde gizli olan esmaların simyasında....
Bilincimizle bilinçsizliğimizi kabullenip, inkârlarındaysak kendi hakikatimizin, inançsızlığın bataklığında,
Ateşlere odun dahi olamayız, boşyere sırtımızda taşıdığımız odunlarımızla
Başladığımız an ilimle, ferdiyet makamında, açtığımız yada kapadığımız her bir kapının, Ben'den içredeki Ben'imizin kapısı olduğunun ve mutlaka bize geri döneceğinin bilgisiyle her bir davranışımızın yada yargılarımızın
Güneşi kapatan bulutlar gibi nefsimizin cahiliye bilincinde olmayalım..
Zihnimizden azade olmuş ruhumuzun en büyük özgürlüklerini yaşamak varken;
Hadi...Kendimizi kendimizle gerçekten tanıştıralım!....kendimizle benimizin memnuniyetinde
Bol bol " teşekkür" lerle birbirimize Hayy'atın yegâne nüvesi olan, 'Sevgi'yle yeniden, yeniden dönüşüp başkalaşırken, hepimizin aslında tek bir ruh olduğumuzu hissederek,
Kabul ettiğimiz hiçliğimizle, Kâinattaki bedensel ağırlığımızda varlığımızla yaşarken yokoluşu,
Görünmeyen alemleriyle yokluğunda ruhumuzun en derin Varoluşunu yaşayayalım...

YORUMLAR

  • 0 Yorum